Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Aykut Küçükkaya, "Cumhuriyet’in çınarı, değerli yazarımız, ağabeyimiz Ali Sirmen korona şüphesiyle tedavi altına alındı. Sağlık durumu düne göre daha iyi seyrediyor. Cumhuriyet ailesi olarak biliyoruz ki Ali Ağabey bunu da atlatacak... okurlarına, sevenlerine ve Türkiye’ye mesajı #EvdeKal" açıklamasını yaptı.
Sirmen'in 39.5 derece ateşle hastaneye kaldırıldığı ve yapılan ilaç tedavisine karşılık verdiği öğrenildi.
80 yaşındaki Ali Sirmen'in son 3 yazısında koronavirüs konusunu ele aldığı görüldü.
Sirmen'in "Türk’ün COV-19 ile imtihanı" başlıklı yazısında şu ifadeler yer alıyor:
Hemen vurgulayayım. Başlıktaki Türk sözcüğü herhangi bir etnik içerik taşımamakta, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tümünü kapsamaktadır.
İşte bu Türk, bir süredir çok büyük COV-19 tehdidine karşı imtihan veriyor.
Bu kez sınav sonuçları, öncekilerden farklı olacak mı? Birlikte bakalım.
Kamuoyu, COV- 19 gündeme girdiğinden beri düzenli basın toplantılarındaki açık ve dürüst izlenimi veren tavrı ile Sağlık Bakanı’nın iyi bir sınav verdiği kanısında. Bu husus İYİ Parti ve CHP sözcüleri tarafından da dile getirildi.
Demek ki desteklenecek bir şeyler yapınca muhalefetten bile destek gelebiliyormuş.
***
Hep “Bişşiy olmaz abi!” sloganıyla sebep - sonuç ilişkisini reddeden, olacak olan olunca da, Allah Allah neden oldu acaba, diye şaşıran bir toplumda okulların tatili, uzaktan eğitim, kalabalık etkinliklerin ertelenmesi veya iptali, spor karşılaşmalarının seyircisiz oynanması gibi radikal tedbirlerin alınabilmiş olması olumludur.
Ancak radikal tedbirler alınırken, bunların maliyetlerinin de düşünülmesi ve bunları paylaşmada en eşitlikçi olanların tercih edilmesi, örneğin lig maçlarının seyircisiz oynatılması yerine, ligin tümden ertelenmesi daha doğru olurdu.
Salgın süresince, daha yeni önlemlerin de alınması beklenebilir. COV-19’un ekonomide birçok sektörü vuracak yeni kısıtlamaları zorunlu kılması da söz konusu olabilir. Bu durumda da bunların bütün yükünün belirli kesimlerin sırtına bindirilmemesine özen gösterilmelidir.
Yaşadığımız çapta bir salgında, yönetme konumunda olanların özenli, cesur, bilime saygılı, aldığı kararların önünü ardını iyi düşünen, sorumlu ve gerçekleri kamuoyu ile paylaşan bir tutum içinde olmaları tabii ki çok önemli olmakla birlikte tek başına yeterli değildir.
***
Salgın karşısında, vatandaşın bireysel sorumluluk bilinci alınan önlemlerin vereceği sonuçlar açısından birinci derecede önemlidir. Doğrusu umreden dönenler olayı, bu konuda iyimser olmayı engelleyici bir etken.
Umreden dönen vatandaşlarımızın karantinaya alınması ve bu husustaki kısıtlamalara istisnasız uyulması konusunda karar almakta yeterince açık ve cesur davranamayan yönetimin benimsediği gevşek tutumu fırsat bilen vatandaşlar, kalabalık heyetler halinde ziyaretler yaparak karantinayı delmişlerdir.
Bu, vatandaşın sivil sorumluluğu açısından çok üzücü bir durumdur.
Biz bütün bunları tartışırken, Saygı Öztürk’ün “Korunma Yolu Bu Dualarmış!” başlıklı yazısı düştü önüme. Saygı Öztürk, virüsün korkup yanaşamadığı dualı maskeden de söz eden yazısında, Cübbeli Ahmet Hoca ile yaptığı telefon görüşmesinin akabinde, kendisine bazı dualar gönderdiğini, bunların başında sabah akşam günde 132 defa okunması gereken, “bulaşıcı mikroplardan korunma duası”nın geldiğini anlattıktan sonra, Menzil tarikatının sayfasında yayımladığı öne sürülüp sosyal medyada da paylaşılan bir nottan şöyle söz ediliyor:
“...Gavs mana âleminde virüsle görüşür. Virüs dile gelip, ‘Ey Gavs, bana Covid-19 derler, vazifem yeryüzünü sarıp, Âdemoğlu’nu cezalandırmaktır. Müsaade edersen Türkiye’ye de musallat olacağım’ der. Gavs müsaade etmiyorum. Ben sağ olduğum müddetçe sana Türkiye’de selamet yoktur’ der ve bunun üzerine virüs gider.” “Menzil-Bir Tarikatın İki Yüzü” adlı kitabıyla yıllarca Sağlık Bakanlığı’nı yöneten Menzil tarikatını yazmış olan Saygı Öztürk işte bunları anlatıyor Sözcü’deki yazısında.
Bilmem bütün bunların üstüne, Türk’ün COV- 19 ile imtihanı hakkında daha da konuşmaya gerek var mı?..
Ali Sirmen, "Covid-19 ve OHAL" başlıklı yazısında ise şunları yazmıştı:
Covid-19 pandemisi üzerine sosyal medyada yaygın olarak, olağanüstü hal (OHAL) ilan edileceği ve şimdiye dek getirilen kısıtlamalara yenilerinin ekleneceği görüşü dile getirilmeye başlandı.
Benzeri önlemlere başvurulması tehlikesi birçok ülkede demokratların başta gelen endişesidir. Bu kaygı boşuna değil. Nitekim geçen hafta sonu İsrail Başbakanı Netanyahu, virüs kapanların saptanması için “terör ile mücadele önlemlerinin uygulanacağı ve şüpheli kişilerin telefonlarının dinleneceğini açıklamış”, bu açıklama da İsrail Sivil Haklar Birliği ile 22 Mart seçimleri ardından yeni hükümeti kurmak görevi verilmiş olan Mavi-Beyaz İttifakı lideri Benny Gantz’ın itirazlarına yol açmıştır.
Türkiye’de AKP iktidarının demokrasi ve özgürlükler konularında daha önceki tutumunu bilenlerin doğrusu, OHAL endişelerine hak vermemek elde değil.
***
“Sivil sıkıyönetim” olarak tanımlanabilecek, anayasanın 119 - 121. maddeleri ve 2935 sayılı, 27 Ekim 1983 tarihli yasada düzenlenen olağanüstü hal (OHAL) 15 Temmuz darbe girişimi ertesinde bütün Türkiye’de geçerli olmak üzere uygulanmış ve tek adam rejimine geçişi kolaylaştırmıştır. Anayasanın güvencesi altında olan hak ve özgürlüklerin askıya alındığı, bu konuda bütün yasal düzenlemelerin OHAL KHK’leri (kanun hükmünde kararnameler) yoluyla yapıldığı bu dönemde yürütmenin başı tarafından yapılan söz konusu düzenlemeler, yargı denetimi dışındaydı ve geçiş döneminde AKP’ye büyük kolaylıklar sağlamış olan OHAL döneminde, devlet kadrolarından uzaklaştırılanlar 12 Eylül dönemini misliyle katlamıştı.
OHAL’in sona ermesi üzerine OHAL KHK’leri yerini Cumhurbaşkanlığı KHK’lerine bırakmıştır. Önceki gün Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Covid-19 dolayısıyla gündemde OHAL’in olmadığını açıklamıştır.
Bu açıklama, Covid-19 ile mücadele konusunda, baskıcı yöntemlere başvurulmayacağı anlamını taşımıyor yine de.
Arabalarda kış lastiği kullanılması düzenlemesinde bile başvurulan OHAL KHK’leri yönteminin, bugün yine yürürlüğe konmamasının nedeni, bunların demokrasiye aykırı olmaları değil, ama gereksiz görülmelerindendir.
Nasıl olsa yasal düzenleme, Cumhurbaşkanlığı KHK’leri ile yasama devre dışı bırakılarak yürütmenin başı tarafından yapılmaktadır.
Günümüz Türkiyesi’nde, baskı rejiminin simge kurbanları artık OHAL KHK’lerinin tokadını yiyenler değil, yürütmenin yakın kontrolüne girmiş olan bağımsız olmayan “yargızedeler”dir.
Bu nedenler dolayısıyla Sayın Fahrettin Altun’un OHAL’in gündemde olmadığı yolundaki açıklamalarını Covid-19 ile mücadele bahane edilerek yeni baskı yöntemlerinin uygulamaya konmayacağı konusunda bir güvence olarak algılamak mümkün görünmüyor.
Üstelik son gelen haberler de, Covid-19’la mücadele konusunda pek ümit verici değil. Türkiye’de vaka sayısının görece az ve durumun kontrol altında olduğu yönündeki açıklamaların ardında yatan gerçek ülkemizde yeterli oranda test yapılmamakta olduğudur. Nitekim Sözcü’nün dünkü haberine göre, koronavirüs çıktığından bugüne Türkiye’de yapılan toplam test sayısı 10 bin iken, bu mücadelede başarılı olan Güney Kore’de yalnızca bir günde yapılan test sayısı 20 bini bulmaktadır.
Hiç değilse, geçenlerde yitirdiğimiz merhum eşi dolayısıyla hepimizin ismen tanığıdımız bir hanımefendi geçen gün New York’tan geldiği uçağın çıkışında herhangi bir kontrol veya test yapılmadığını, pasaporttan ellerini kollarını sallayarak geçtiklerini anlattı. Eğer istenirse uçağın uçuş numarasını ve saatini verebilirim.
Doğrusu Türkiye, Covid-19 ile mücadelede hazırlıksız yakalanmıştır ve şimdiye kadar da elde edilen sonuçlar doyurucu değildir.
Beraberinde bir de muazzam bir ekonomik kriz getirmiş olan salgınla ilgili haberlerin hepsini halkı paniğe sevk etmek üzere uydurulmuş iftiralar olarak yorumlayıp, şeffaflığı suçlama yolu tutulursa başarı kazanmak daha da güçleşir.
Çok gergin günler bizleri bekliyor.
Ali Sirmen son olarak 24 Mart'ta "Hoş geldin ‘Sayın Muhbir Vatandaş’" yayınlanan yazısında ise şunları kaleme almıştı:
Hepimiz dehşet verici COV-19 salgınıyla meşgul olduğumuzdan (olayı ne kadar kavradığımızdan da tam emin değilim) birçok haber arada kaynayıp gidiyor. Geçen hafta gazetelerde yayımlanan MİT’e başvuruların rekor düzeyde arttığı haberi de bunlardan biriydi.
Milli İstihbarat Teşkilatı’ndan yapılan resmi açıklamaya göre geçen yıl örgütün resmi internet sitesini ziyaret edenlerin sayısı 1 milyon 85 bin 11’e ulaşmış. Bunlar arasında örgütte görev almak isteyenler, çeşitli sorularına yanıt bekleyenler olduğu gibi, “yardımcı olmak” isteyenlerin, yani muhbirliğe aday olanların sayısı da geçen yıl 40 bine varmış. Yetkililer bunun bir rekor olduğunu belirtiyorlar.
Toplumumuzda muhbirliğin baş tacı edildiği dönemlerin başında “muhbirler”in Ulu Hakanı Sultan Abdülhamit devri gelir.
Abdülhamit döneminde son derecede yaygınlaşan “muhbirlik”, sonra da karanlık dönemlerde yoğunluğu artarak sürmüştür.
***
Arapça haber kökünden gelen muhbir, haber veren anlamını taşır, sözcük başlangıçta, hakaret içeren aşağılayıcı bir anlam içermezdi.
Nitekim bir zamanlar Osmanlı basınında muhbirler kullanılmıştır. Haber veren kişiler olan muhbirler, okuma yazmaları kuvvetli olmadığından haberi yazamazlardı. Babıâli’nin kıraathanelerinde (mesela Meserret’te) onu kaleme alacak olan muhabire anlatırlardı. Muhbirlik resmen gazeteciliğin bir parçasıydı. Her ceridenin, her muhabirin “muhbir”leri vardı. Saraya çalışan öbür tür devlet muhbirleri ve hafiyeler yüzünden ocakların söndüğü Abdülhamit döneminde, bir sürü uydurmayı da içeren ihbarcılık öylesine nefret edici bir hal almıştı ki artık “muhbir” sözü hakaret sayılır olmuştu. Çok partili dönemin ilk cendere operasyonu niteliği taşıyan 12 Mart yönetimi, her yerde anarşist arayan paranoyasıyla, muhbirlik kurumunu yeniden ihya etmiş, radyo ve televizyonlar aracılığıyla bir de başına “sayın” sözcüğü ekleyerek saygınlaştırdığı “Sayın Muhbir Vatandaşları” göreve davet etmişti. Böylelikle Sayın Muhbir Vatandaş (SMV) virüsü 12 Mart yönetiminin siyasi yaşamımıza hediyesi olarak kalmıştır.
12 Mart’ta, 12 Eylül’de ve daha sonrasında da Sayın Muhbir Vatandaş “SMV” virüsü ocaklar yıkmaya devam etmiştir.
MİT’e yapılan rekor sayıdaki muhbirlik başvurusu haberini, zaten hiçbir zaman tam olarak kapanmamış olan Sayın Muhbir Vatandaş virüsü salgının, geri dönüşü olarak yorumlamak yanlış olmaz.
Daha ne kadar süreceği, ne zaman pik noktasına erişeceği belli olmayan COV19’dan sonra, şimdiki baskı dönemimizin salgını SMV virüsüyle de teşerrüf etmiş bulunuyoruz. Kendilerini, salgın oldukları dönemlerde de çok açık görüldüğü üzere son derecede yıkıcı olan etkilerine uygun bir ciddiyetle karşılamamız gerek.
- Hoş geldin Sayın Muhbir Vatandaş -SMV- virüsü
Geçmiş deneyimlerimizin de gösterdiği SMV salgını dorukta olduğu dönemlerde çok yıkıma neden olmuştur.
***
Geçmiş tecrübeler, SMV virüsüne karşı en etkili tedbirin açıklık ve demokrasi olduğunu ortaya koymuştur.
Yalnız Türkiye’nin geçmişte yaşadıklarının gösterdiği gerçek şudur ki, açıklık ve demokrasi panzehiri ülkemizde kalıcı olamamakta, kısa sürede etkinliğini yitirmektedir.
Bu durumda yeni panzehirler aramak yerine, şeffaflık ve demokrasi panzehirinin, etkisini kalıcı kılacak şekilde sosyal bünyeyi güçlendirecek yan önlemleri de uygulamak en doğru yol olacaktır.
Hadi bakalım COV-19 dan sonra bir de SMV virüsümüz oldu.
Kolay gelsin!
BİLMECE: COV- 19 testi pozitif çıkan Almanya Başbakanı Angela Merkel karantinaya alınmış. Ya diktatörün COV- 19 testi pozitif çıksaydı ne olurdu?
Ne olacak, diktatör dışında bütün ülke karantinaya alınırdı!
ALİ SİRMEN KİMDİR?
Ali Sirmen (d. 10 Kasım 1939, İstanbul), Cumhuriyet gazetesinde Dünyada Bugün isimli köşenin yazarı, hukukçu, sinema ve dizi oyuncusudur.
Türk sanat müziği bestekârı ve keman sanatçısı Sadi Işılay'ın torunu olan Ali Sirmen, 10 Kasım 1941 tarihinde İstanbul'da doğdu. Galatasaray Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur.
Köşe yazarlığına 1966 yılında Akşam gazetesinde başladı. Yeni Ortam ve Milliyet gazetelerinde köşe yazıları yazdı. Halen Cumhuriyet gazetesinde köşe yazıları yazmaktadır.
1972 yılında kurulan Barış Derneği'nin kuruluşunda yer aldı.
İkinci Bahar televizyon dizisinde Antepli bir komiseri canlandırdı. Cumhuriyet adlı filmde Cumhuriyet gazetesinin kurucusu olan Yunus Nadi Abalıoğlu'nu canlandırdı.
SkyTürk kanalında Siyah-Beyaz isimli programın hem yapımcılığını hem de sunuculuğunu yaptı. Ayrıca Cem TV'de Süheyl Batum ile Ayıptır Söylemesi isimli tartışma programını sundu.
2015 yılında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından Burhan Felek Basın Hizmet Ödülü'ne layık görüldü.
Mine Sirmen ile evliliğinden Devrim (d. 1966) adından bir oğlu vardır.
Ali Sirmen KRT'de kendini böyle anlatmıştı: