Eski TBMM Başkanı ve Yassıada duruşmalarının avukatlarından Hüsamettin Cindoruk’un 68 yıllık siyasi hayatının anlatıldığı “Türk Siyasal Yaşamında Hüsamettin Cindoruk” isimli kitap Tekin Yayınevi’nden çıktı.
Kaan Gaytancıoğlu tarafından yazılan kitapta, özetle Hüsamettin Cindoruk’un Yassıada duruşmalarında gösterdiği mücadele, Demokrat Parti süreci ve bu süreçlerde yaşadığı kırılmalara yer verildi.
Gaytancıoğlu, günümüz siyasilerinin Cindoruk’un deneyimlerden faydalanarak daha kaliteli siyaset yapabileceğini söyledi. Cindoruk da AKP’nin yürüttüğü siyasal İslam ideolojisinin tartışmaya açılması gerektiğini belirtti.
Cindoruk ve Gaytancıoğlu, kitaba ve güncel siyasete ilişkin Cumhuriyet'ten Leyla Kılıç'ın sorularına yanıt verdi.
‘SÜRMEYECEĞİNİ İKTİDAR DA ANLADI’
- Sayın Cindoruk, yaşamınızın her evresini ve boyutunu ele alan bir kitap yazıldı. Yassıada duruşmaları dikkat çeken noktalardandı. Bu davalarda verdiğiniz mücadeleden bahseder misiniz?
Yassıada Mahkemesi, bir engizisyon mahkemesidir. Bu süreç, siyaset ve adalet tarihimizde bir kara lekedir. Türkiye, bu mahkemenin verdiği kararları, acıları tartışıyor. Davanın tutanaklarını, tanıklarını, yapılan işkenceleri, kimi aydınların sapkınlığını ibret alınmak için de olsa henüz ortaya koyamadık. Benim için bu mahkeme; sanıkların değil, adil yargılamanın ve demokratik parlamenter rejimlerin hesaba çekildiği militer bir baskı aracıdır. Etkisi sürüyor.
- Kaleme aldığınız önsözde “Darbeci generaller parlamenter sisteme saygı gösterdiler, başkanlık rejimine geçmeyi düşünmediler” diyorsunuz. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile işlevini yitiren Meclis’in önemine vurgu yapıyorsunuz. İktidarın, bu sistem ile dayatmak istediği nedir?
Türkiye, bir Millet Meclisi devletidir. Üstelik tamamlanmış bir devlettir. Bütün kurumları, ideolojisi belli ve yerleşiktir. İlk Meclis Başkanı, ilk Başkomutan, ilk Cumhurbaşkanı Atatürk’tür. Cumhuriyetin ideolojisi laikliktir. Laikliği reddederseniz, Atatürk’ün soyadını kullanmakta cimrilik yaparsanız, devletin 79 yılını nafile ve boşa harcanmış sayarsanız, devletimizle uyum sağlayamazsınız. Uzun yaşamımda gördüğüm, Cumhuriyetin giderek yerleştiği, kökleştiği olgusudur. Günümüzde, milletle yürütme ve yasama erkleri arasındaki siyasal mesafe çok açılmıştır. Milletvekilliği, denetim ve temsil gücünü yitirmiştir. Parlamentolar; tartışma, müzakere, uzlaşma alanıdır. Yürütme ve yasama, orada bulunur.
BALKON, MİZAH KONUSU
Ülkenin tayin edilmiş olsa bile bakanlıklarını yönetenlerin parlamento salonunda değil, balkonunda kordiplomatik locasında oturmaları bir mizah konusu olabilir. Milli irade, devlet yönetme yetkisi ve görevi verir. AKP, bu yetkiyi, milleti yönetme ve yönlendirme, devlet rejimini değiştirme biçiminde kullandı. Yassıada Mahkemesi’nin yargıladığı ve mahkûm ettiği parlamenter rejimi, hegemonyacı bir Başkanlık Sistemine dönüştürdü. Gözetim, denetim ve erkler ayrılığı güvencelerini, pamuk ipliğine bağladı. Meclis’in yasama tekeline, başkanlık kararnamelerini ortak getirmek kalıcı bir girişim olamaz. Geçicidir. Parlamentonun güvenoyu verdiği, denetlediği, icraatını tartıştığı bir başbakan, bakanlar kurulu, ülkenin ve milletin milletvekillerinin siyaset alanıdır.
18 YIL TARTIŞMAYA AÇILMALI
- İktidarın yürüttüğü politikalarda deneyiminizle eleştirdiğiniz noktalar neler?
AKP, ülkemizi on sekiz yıldır yönetiyor. Siyasal İslam ideolojisinin kesintisiz iktidar olduğu bu çok uzun zaman diliminin millet ve tarih önünde sonuçları tartışmaya açılmalıdır. Bu on sekiz yıl içinde, iktidarın gerçekleştirdiği altyapı, yol, baraj, hava meydanı gibi bayındırlık hizmetleri vardır. Ne var ki bunlar bu süreçteki temel yanılgıyı örtmez. Güçlü, demokratik, laik, güvenli ve güvenilir bir devleti yeniden ters istikamete götürme gayreti ve telaşı, Cumhuriyete zarar vermiştir. Yeniden güçlü, demokratik, laik ve güvenli bir devletin tesisi gerçekliği ortadadır.
- Siyasilere, siyasete atılmak isteyen gençlere tavsiyelerinizi olur mu?
Ayasofya’nın müzelikten çıkarılması, bir iç siyaset yatırımıdır. Bir erken seçim için hem dini hem milli duyarlıkları bir araya getirme çabasıdır. Müftülere medeni nikâh kıyma yetkisi kadar etkisi olacak bir ayrıntıdır. Belli bir süre istismar edilecek, benzer girişimler gelecektir. Bu telaş, halkın ve devletin benimsemediği tek kişi iktidar uygulamasının üç yıl daha süremeyeceği gerçeğinin iktidar kesiminde hissedilmesinin sonucudur. Bu gibi girişimlere karşı Cumhuriyetimiz, yüz yıllık Ankara Kalesi’ni tekrar geri alacaktır. Gençler, Atatürk’ün “Nutuk”nu ve Meclis’teki açılış konuşmalarını okusunlar. Cumhuriyetin tarihi ve yükselişi bu seslenişlerde yazılıdır.
‘YASSIADA İLE SİLİVRİ ARASINDA BENZERLİK VARDI’
- Ergenekon ve Balyoz davalarında da bulundunuz...
Ergenekon ve Balyoz davalarının sürdüğü, Silivri Kampusu’na bir mukayese, gözlem yapmak için cüppemi giyip gittim. Silivri’de cezaevinin bahçesinde bir mahkeme kurulması, Marmara’da bir ıssız adada mahkeme kurulması arasında ilginç benzerlik vardı. Mahkemede, Yassıada gibi yoğun jandarma, asker, polis baskısı, disiplini görülüyordu. Bir Genelkurmay başkanı, tıpkı Yassıada’daki gibi tutuklu idi. Sevgili ve eski arkadaşım Altan Öymen ile Silivri kırsalına iki tahta iskemle atıp, çok soğuk bir havada protesto eylemi yaptık. Bence sonuç aldık. O mahkemenin kararları yırtılıp atıldı. O kararları verenler tutuklandılar. Ne var ki İstanbul’daki tabii mahkemeyi 80 kilometre yürütüp Silivri Cezaevi’ne taşıyan siyasi irade henüz hesabı vermedi. Orada hâlâ mahkeme var. Osman Kavala var. Gazeteciler, siyasi liderler var.
‘HEP DEMOKRASİ İÇİN SAVAŞTI’
- Hüsamettin Cindoruk’un siyasi yaşamında verdiği mücadeleleri dinlerken, yazarken sizi üzen, endişeye sevk eden, sevindiren noktalar oldu mu?
Cindoruk hakkında ilk bilimsel eseri yayımlamam, beni çok sevindiren bir husus oldu. Kitap basılı halde kendisine 8 Haziran 2020’de yani tam da 88’inci yaş gününde ulaştı. Kısa bir telefon görüşmesi yaptık ve telefonda kitapla ilgili duygularını “Bugün aldığım en iyi doğum günü hediyesi oldu” şeklinde yorumlaması, benim için onur vericiydi. Kitabı yazarken, demokratik gelişim sürecinde yaşanan kesintiler ve bunlardan ders alınmaması konusu dikkatimi defalarca çekmiştir. Bu durum siyasilerimizin tarih, siyaset, hukuk ve diğer konulardaki birikimlerini güçlendirmeleri gerektiğini de gözler önüne sermektedir. Aslında bugün ve yarın, geçmişte elde edinilen deneyimlerle çok daha kaliteli ve işler hale getirilebilir. Ancak geçmişten dersler çıkarılmaması ve hep aynı döngü içine girilmesi beni üzmüştür.
SEVİYE VE TERBİYE
- Yazdığınız yaşanmışlıklarda siyasi mücadelelerin yanı sıra siyasi ahlak ve etik değerler de göze çarpıyor... O dönemin siyasi dili ile bugünü karşılaştırır mısınız?
O dönemleri incelerken görülüyor ki eleştiriler daha seviyeli ve terbiye sınırlarını aşmayan sözlerle yapılıyordu. Günlük siyasal yaşamda ise magazin dili yerine siyasal ve edebi kalıplar çerçevesinde iktidarmuhalefet iletişimi kurulmaktaydı. Maalesef bugün bu kaliteyi göremiyoruz.
KONUŞAN TÜRKİYE ARZUSU
- Cindoruk nasıl bir lider? Günümüz liderleri için düşünceleriniz neler?
Cindoruk, yasal-ussal bir lider. Bunu, Max Weber’in sınıflandırmasına atfen söylüyorum. Siyasal yaşamına adım attığı ilk günden bu yana demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, anayasanın uzlaşma ile yapılmasını ve kürsü dokunulmazlığını savunan bir lider. Cumhuriyete, parlamentoya ve demokratik kurumların gücüne inanıyor. Kurumsallaşmaya güveniyor. Günlük hareket edilmemesini istiyor. Konuşan bir Türkiye arzusu var. Bunların hep beraber uzlaşılarak mümkün olacağını savunuyor, parlamentonun gücünü örseleyen ya da görmezden gelen her türlü yönetimin bu uzlaşmayı sağlamasının olanaksızlığını ileri sürüyor. Tüm mücadelesi demokratikleşen ve demokrat kalabilen bir Türkiye üzerine... Günümüz liderleri, maalesef belli bir standartta uzlaşma niyetinde değil. Belli başlıklarda ortak bir program yürütme ve bu programı geliştirme konusunda işbirliğine yatkın olmaları ve devlet adamı terbiyesiyle hareket etmemeliler. Ancak, görünen o ki halihazırda liderler, bölünmeden ve ötekileştirmeden destek alarak güç yaratma gayretindeler. Kısa vadede bu strateji başarılı gibi gözükse de uzun vadede demokratikleşmeye, kurumsallaşmaya ve dolaylı olarak da ekonomik kalkınmaya fayda getirmeyecektir. Türkiyemizin geleceğine dair beklentim; sadece kendi yandaşının değil, sıradan bir vatandaşının da geleceğini aydınlatan, demokrat ve saygın bir ülke için çalışan siyasetçilerin varlığı. Ve iktidar ile muhalefetin bir arada hareket edebildiği bir parlamentonun tesisi, ülkemizin ihtiyacıdır.