Gündem Bilim Teknoloji Spor Dünya Ekonomi Siyaset Sağlık Eğitim Kültür Sanat Magazin Yaşam Reklam Künye Gizlilik Sözleşmesi İletişim
Yazılım ve Tasarım: Bilgin Pro © 2024KRT TV Tüm Hakları Saklıdır

'Çiftçinin alın terini birkaç şirkete yedirmeyeceğiz'

CHP Ekonomi Masası’nın tarımdan sorumlu üyesi Orhan Sarıbal ülkenin tarım sorununun nasıl çözüleceğini anlattı.

Şu ana kadar hep tarımda yaşanan sorunlar dile getirildi. Ancak tarımda yapılması gerekenler ve çözüm önerileri konuşulmadı.

Esnaf, işçi, sanayici… Tüm ekonomik aktörler derin bir krizde. Ancak bu ekonomik aktörler arasında biri var ki, ülkenin geleceğini geri dönülmez bir uçuruma sürükleyecek kadar büyük bir kriz yaşıyor; Çiftçiler. Her kentte, her üründe ayrı ayrı sorunlar yaşanıyor. Zarar eden çiftçi köyleri boşaltıyor. Kentler işsiz, köyler ise ekim yapılmayan topraklarla dolmuş durumda. Sorunun konjonktürel olmadığı ortada.

CHP Bursa Milletvekili ve Ekonomi Masası üyesi Orhan Sarıbal CHP’nin çözüm önerilerini Birgün'den Ozan Gündoğdu'ya anlattı:

Takip edebildiğimiz kadarıyla tarım desteklerinde iki nokta öne çıkıyor, ilki desteğin kanuni tutarın dahi altında kalması, ikincisi ise desteğin doğru yere gitmemesi. Ne yapmalı sorusuna sizin verdiğiniz cevap nedir?

Bu konuda birkaç değişik yöntem uygulayacağız. Yasada yüzde 1’lik bir destek var. (2006 tarihli Tarım Kanunu’na göre tarım destek ödemesi gayrisafi milli hasılanın yüzde 1’ine denk olmalıdır) Ancak hükümet kanunen zorunlu desteği dahi vermiyor. 2021 yılı için yüzde 1 olması gereken destek yüzde 0,39.

Biz bu kanuni desteği yüzde 1’den yüzde 2’ye çıkaracağız. Bu şart. Tutar olarak söyleyelim, 2021 yılında Gayrisafi Milli Hasılayı 5,6 trilyon TL olarak değerlendirdiğimizde 112 milyar TL gibi bir parayı tarımsal desteğe ayıracağız.

2021’de hükümetin verdiği tutar ne peki?

22 milyar TL… 2020’nin aynısını 2021’de verecekler, 1 kuruş artırmadılar, kendi içinde değişikliğe uğrattılar. Biz bu tutarı 4-5 katına çıkarmak zorundayız. Çünkü halkın gıda egemenliğini amaçlıyorsak bu kaynağı ayırmak zorundayız. Bugün 83 milyon olan, 5 milyon sığınmacıyla ve turistlerle birlikte 90 milyon insanı doyuruyor muyuz, doyuruyoruz. 2050 yılında bu 100 milyon olacak mı? Olacak… Biz bu insanların karnını kendi topraklarımızda ürettiğimiz ürünlerle mi doyuracağız, yoksa şu anda mevcut iktidarın yaptığı gibi ithal gıdalarla mı doyuracağız? Biz diyoruz ki bizim toprağımız var, 40 milyon dönüm toprağımız boşta bekliyor, bunları ekime açacağız. Dahası hazine arazileri var. Bütün çiftçileri kayıt sisteminin içine alacağız ve bir plan yapacağız, özellikle 20-21 üründe buğday, arpa, mısır, şeker, ayçiçeği, soya, pamuk gibi temel ürünlerde üretime dayalı bir destekleme politikası uygulayacağız.

Bir de destek ödemelerinin miktarı kadar niteliği de tartışılıyor. Destek tapu sahibine veriliyor ancak çoğu üretici toprağının sahibi değil. Burada sorun medeni kanuna kadar uzanıyor. Desteği kime vereceksiniz, tapu sahibine mi yoksa üreticiye mi?
Burada bizim için üreticinin beyanı esas olacak. Sadece miras yerlerinde aileden biri diğerlerinin ona razı olması üzerine ilgili kuruma müracaat etmesi yeterli olacak. Böylece desteği arsa sahibi değil, üreticinin kendisi alacak. Zaten sorunumuz bu, hem destek ödemesi az, hem de destekler üreticiye gitmiyor. Bu sorunu çözeceğiz.

Ama bunu nasıl yapacağız? Önemli olan bu. Biz bir kere bölgeler arası farklılıkları mutlaka hesaba katmak zorundayız. Örneğin bu ülkenin 4 milyon ton pamuk üretmesi lazım, bu kadar pamuğu her sene aynı topraktan alamayacağımıza göre bölgeler arasında farklılıklar olacak. Bu yüzden belki Urfa Bölgesi’ndeki teşvikle Ege’de Söke Bölgesi’ndeki teşvik aynı olmayacak. Şöyle ki, Çukurova’da sulu tarımda buğdayın dekarından 800 kilo 900 kilo alırken, İç Anadolu’da kuru tarımda yaptığımız teşvik aynı olursa zaten o sistemi sürdüremiyorsunuz ve sonuca da ulaşamıyorsunuz. Bizim amacımız nedir? Örneğin 4 milyon ton pamuk mu? Bunu planlayacağız, çiftçi pamuğu ekerken ne kazanacağını bilecek. Ne alacağını bilecek, önceden açıklayacağız. Bu buğdayda da böyle olacak. Ne kadar buğday üretiyoruz? 20 milyon ton. Peki ihracatla beraber ne kadar ihtiyacımız var? 30 milyon ton. Ama stoğu da dahil etseniz, Türkiye’nin her yıl 35 milyon ton buğday üretmesi gerekiyor.

Şöyle bir bakış açısı var; “Buğdayı ithal ediyoruz ancak ithal edilen buğdayı ihraç ediyoruz. İçerideki üretim zaten iç pazara yetiyor”. Buna ne diyeceksiniz?
Şöyle söyleyeyim, eğer bu ülkede bütün tarım alanlarını değerlendirdiniz, ekimlerinizi yaptınız, hiç boş yeriniz yok ama buna rağmen makarna yapıp, un yapıp ihraç ettiğiniz buğdayda bir eksiklik varsa elbette ithalat yapalım. Ancak öyle mi şu anda? 2002’de 93 milyon dönüm buğday arazisi bugün 68,5 milyon dönüme düşmüş. Bu ne demektir? 24 milyon dönüm buğday ekim arazisi azalmış.

Peki ne ekiliyor bu 24 milyon dönümde? Buğday ekmiyor da belki başka bir şey ekiyor.

Hayır, yerine büyük ölçüde bir şey ekilmiyor. Buğday üretilen yerde başka bir şey ekilmesi için bölgenin sulu tarıma uygun olması gerekir. Suyun bulunduğu yerlerde buğdaydan mısıra döndü çiftçiler. Zaten bir tehlike de monokültüre doğru gidiyoruz. Çeşitlilik azalıyor. Mesela bu yıl buğdaydan mısıra dönülen bölgelerde yağışların azalması nedeniyle verim yarı yarıya düştü, çiftçi çok ciddi miktarda zarar etti. Dolayısıyla biz, iklimi ve yağış rejimini de göz önüne alarak, planlamayı buna göre yapacağız. Ürün planlamasını yaparken, yağmur yağma ihtimaline göre değil, yağmur yağmama ihtimaline göre planlama yapacağız. Çiftçi yağmur yağmasa da oradan bir gelir elde edecek. Bu gelir çiftçiyi ayakta tutabilecek seviyede olacak. Bunu iktidara geldiğimizde biz regüle edeceğiz, yani hükümet düzenleyecek. Bu bütün dünyada böyle.

Bunun dışında özellikle kuru tarım yapılan bölgelerde çiftçinin en büyük maliyeti mazot. Mazotta ÖTV ve KDV’yi çiftçi için kaldıracağız. Gübre desteği bir başka sorun. Bakın abartılı olmasın ama bugün toprağa dökülen gübrenin en az yüzde 40’ı boşuna kullanılıyor. Verimsiz kullanılıyor?

Neden verimsiz kullanılıyor?
Çünkü toprak analizleri yapılmıyor, bitki analizi yapılmıyor. Alışkanlıklar üzerinden bir değerlendirme yapılıyor. Kaldı ki bugün Türkiye topraklarının en büyük problemi organik madde. Gübre organik olmayınca bunun bitki tarafından parçalanıp emilmesi de aynı şekilde verimli olmuyor.

Çiftçi diyor ki, ilaç ithal, gübre ithal, tohum ithal. Bunlar Türkiye’de üretilemez mi?

Bu çok önemli bir konu. Mutlaka tarımsa araştırma ve geliştirmeye kaynak ayırmamız lazım. Şu anda girdilerin maliyetini ne çiftçi ne iktidar kimse öngöremiyor. Çünkü direkt dışarıya bağımlısınız. İlaçta, gübrede, mazotta dışarıya bağımlısınız. Tohum artık Türkiye’de üretiliyor deniyor. Hayır efendim! Tohumda da yurtiçinde üretim yapıyoruz, ama ürettiğimiz de yabancı şirketlerin tohumu olduğu için aslında o da ithal. Her sene hibrit tohum alıyorsunuz ve bu tohumun sahibi bu ülke değil, TİGEM değil mesela. Bu tohumun sahibi dünyada 4 büyük şirket aşağı yukarı.

Tarımda küresel şirketlerden sık sık bahsediyorsunuz. Bir büyük oyundan bahsediyorsunuz. Biraz açar mısınız?
Şöyle ki, biz stoklanabilir ürünlerde dünyanın müşterisi konumuna getirilmek isteniyoruz. Temel ürünlerde, yani stoklanabilir ürünlerde üretimimiz azalıyor. Nedir o ürünler? Arpa, buğday, pamuk, soya, ayçiçeği, şeker vs. Bunları küresel gıda devleri ellerinde tutmak istiyorlar. Türkiye’ye de diyorlar ki sen yaş meyve sebze ek, stok yapma, ürettiğini hemen sat. Ben ise stoklanabilir bu temel gıda ürünlerini kendi egemenliğimde tutayım. Ellerinde tuttukları ürünler temel ürünler. Mesela soya olmazsa siz beyaz et üretimi yapamazsınız. Yaparsınız elbette ama maliyeti yüksek, verimliliği düşük olur. Bize diyorlar ki, teknolojik atılımları boşver, sen emek yoğun yaş meyve sebze üret ve sat. Temel ürünleri de ben stoklayacağım.

Tarımda TMO, Fiskobirlik, Tariş gibi kamu kuruluşlarının etkisizleştirildiğine ilişkin bir eleştiri de var. Katılır mısınız? Katılırsanız çözümünüz nedir?
Tarımda çiftçi-devlet bağlantısı kopmuş durumda. Tekrar bu bağı sağlamak zorundayız. Tarım, piyasanın, şirketlerin ve tüccarların inisiyatifine bırakılmamalı. Bunu piyasaya bırakamyız, dolayısıyla tekrar kamucu bir yaklaşımı benimzemek zorundayız. Burada kamu kuruluşları çiftçinin ürettiğinden para kazanacak, zarar etmeyecek bir düzeneğin altyapısını oluşturacak. Bakın bu sene tarlada patates kaldı, soğan kaldı.

Tarımda ithalatı hep konuşuyoruz da ihracatı konuşmuyoruz, ne yapmalı sizce ihracat konusunda? Öncelikleriniz arasında mı?

Öncelikle çiftçinin ürettiğinden para kazanabilecek, ürettiğini mutlaka satabileceği bir düzeneği oluşturacağız. Yani destekleme politikası çiftçiyi güvence altına almalı.

Şimdi çok önemli olan ihracata odaklanabiliriz. Üretim fazlamız olan ve katmadeğeri yüksek olan ürünlerimiz var. Örneğin, kırmızı mercimekte bir ihracatımız ithalatımızdan daha çok. Ancak bu fazlalık 800 bin tondan 300 bin tona gerilemiş. Arada 500 bin ton fark var. Biz neden kendi ürettiğimizi ihraç etmeyelim. Dolayısıyla ihracat üzerinden de bir destekleme programını hayata geçirmek zorundayız. Ancak buna Hazine Bakanlığı bakacak. Tarım Bakanlığı çiftçinin üretimiyle ilgilenecek çünkü. Yani gayrisafi milli hasılanın yüzde 2’si tarım desteği olarak verilecek ancak bu desteğin içinde ihracatçıya destek yok. İhracat desteğine Hazine Bakanlığı bakacak.

Döviz kurlarındaki bu dalgalanma sürdüğü sürece çiftçinin maliyetini hesaplaması da zorlaşıyor. Buna ilişkin bir çözümünüz var mı?

Bizim bakış açımızda büyük bir planlama var. Döviz kurlarını kontrol edemezsek, bu sorunla sürekli karşılaşabiliriz. Dolayısıyla bizim söylediğimiz tarım politikası, ülkenin bütüncül ekonomi politikasının bir parçası. Tarımı geri kalan ekonomik sektörlerden bağımsız düşünemeyiz. Bu ekonomi politikası için de istikrar mutlaka kurda ve faizde olmalı, döviz kurlarındaki dalgalanma sorunu çözülmeli. Ancak velev ki konjonktürel dalgalanmalar yaşandı. Bu durumda destek ödemeleri çiftçinin hayati giderlerini karşılayacak fark ödemeleri biçiminde olmalı. Öyle durumlar oluyor ki çiftçinin cirosundan yüksek maliyeti çıkıyor. Bu durumda fark ödemeleri vererek çiftçinin zarar etmesini engelleyeceğiz. Yani çiftçi kazanacak mıyım, kazanamayacak mıyım diye düşünmemeli. Ne kadar kazanacağım diye düşünmeli. Kazandığı parayla, çocuğunu okuluna gönderecek, düğününü yapacak, otomobilini traktörünü alacak, insanca bir iş, insancı bir gelir yaratacağız. Çiftçiye vereceğimiz fiyatlar, AKP’nin yaptığı gibi dünya borsalarına göre değil, çiftçiyi insanca bir yaşam standardına kavuşturacak fiyatlar olacak.

İlginizi Çekebilir
SONRAKİ HABER