Sözcü'de yer alan habere göre; Ben onu ilk kez, askerlik görevine teslim olurken çekilen fotoğrafında tanıdım: Son derece mütevazı bir kıyafetle annesi, yanında her zamanki gülümsemesi ile babası, öbür yanında da bugün eşi olan 9 yıllık kız arkadaşı vardı… Herkesin ‘kaçmak'la övündüğü, hep ‘daha fazla'sını istediği bir dünyada, bu kare bana çok iyi gelmişti. Dr. Kerem Kılıçdaroğlu ile bizzat tanışmam ise kitabı vesilesi ile oldu.
Tekin Yayınevi'nden çıkan “Gelişmekte Olan Demokrasilerde Siyasi Partiler ve Parti Stratejileri” isimli kitap, Endonezya ve Türkiye'den iki partiyi mercek altına alıyor. Ve bu iki siyasi partiyi ‘Klientalizm' yani “Seçmene yönelik kayırmacılık” kavramı üzerinden inceliyor.
KONUMLAR SAĞLAMLAŞIYOR…
– Türkiye'de siyaset uzunca bir zamandır en kritik toplumsal sorunlarımıza çözüm üretemiyor. Neden?
Bunun birçok nedeni var fakat durumu siyasi partiler açısından düşünecek olursak, Türkiye'de siyasi partiler için iktidar gücünü elinde tutmak çok önemli… Çünkü bu gücü kaybettiklerinde, yani muhalefet pozisyonuna düştüklerinde kayıpları çok büyük oluyor. Genellikle de sistem içerisinde eriyip yok oluyorlar. Hal böyle olunca iktidar partileri sorunlara kalıcı çözüm üretmekten ziyade kendi konumlarını sağlamlaştırmaya yönelik adımlar atıyorlar.
– Kitabınızın konusu olan ‘Klientalizm' ya da ‘Kayırmacılık' gibi…
Aynen öyle. Bu da seçimlere yönelik geçici hamleler veya daha fazla oy hesabı yapmaya yol açıyor… Bizdeki eksikliklerden biri de sivil toplum kuruluşlarının göz ardı edilmesi veya devre dışı bırakılması. Bunun yerine siyasi partiler veya parti liderleri çok fazla ön plana çıkıyorlar.
– Klientalist politikalarla ülkenin rejimini değiştirmek mümkün mü?
Tek başına mümkün değil. Bir seçmenin ayni yardımları kabul etmesi onun illaki yardım aldığı partiye oy vereceği anlamına gelmiyor. Fakat klientalist politikalar seçmen-parti ilişkisini kuvvetlendirmek ve uzun vadede seçmende bir bağlılık oluşturması açısından önemli. Bu da klientalist politikaların sürekli olmasını gerektiriyor. Süreklilik de devlet kaynaklarının yanlış kullanılmasına, ağırlıklı olarak sadece söz konusu partinin seçmenlerine harcanmasına sebep oluyor.
PARTİ İÇİ DEMOKRASİ RİSK Mİ?
– Kitabınızda ‘gelişmekte olan ülkelerde parti içi demokrasi riskli' diyorsunuz…
Parti içi demokrasinin güçlü olması için tabandan yukarıya etkili bir karar alma mekanizmasının olması gerek. Bence burada parti üyeliği ve parti içi eğitim önemli, siyasi partilerin bu konularda ciddi sıkıntıları var. Parti içi seçimleri etkilemek adına, dışarıdan partiye üye yapılan insanlar var. Seçmenler de sadece iş veya gelecek kaygısıyla partilere üye olabiliyorlar. Kısacası üyelerin hepsinin partiye ideolojik veya katkı sunmak amacıyla geldiklerini söyleyemeyiz.
– CHP'yi “sosyal demokrat, Kemalist bir siyasi parti” olarak tanımlıyorsunuz. Hala öyle mi sizce?
Evet, hala öyle, fakat sosyal demokrat kimliğini daha fazla ön plana çıkarmalı. Son seçimlerde kazanılan belediyeler bu kimliğin öne çıkması için çok önemli bir fırsat. Kurulan ittifakların bir sonucu olarak CHP'nin merkeze kaydığı algısı var. CHP'nin merkeze kaymasından ziyade, son yıllarda muhafazakâr partilerin katılımıyla oluşan toplumsal muhalefetin liderliğini yürüttüğü için böyle bir algı oluştu.
YENİ KİTABINI ANLATTI
Yeni kitabını Özlem Gürses'e anlatan Dr. Kerem Kılıçdaroğlu, “Karizmatik lider kimdir” sorusuna Mustafa Kemal Atatürk ve Mahatma Gandi örneğini verdi.
ÜLKEYİ PRAGMATİSTLER DEĞİL İDEALİSTLER YÖNETMELİ
– Hizipçilik konusu kitabınızda önemli bir siyasi olgu olarak ele alınıyor. CHP'li bir nesil CHP'den hep, “Hizipçilik yapılıyor” diye şikâyet eder. Oysa hizipçilik parti içi demokrasinin önemli bir kavramı diyorsunuz.
Hizipler kısaca bir partinin ideolojik ve politik platformunu belirlemesi açısından önemli bir rol oynayan parti içerisindeki gruplardır. Çalışmanın kapsamından dolayı hizipçiliği iki gruba ayırdım; pragmatistler ve idealistler. Pragmatist tür hizipler klientalist (yani kayırmacı) yöntemlere daha yatkınken, idealist tür hizipler genellikle partinin ideolojik yönünden ve program tartışmalarından yola çıkarlar. Türkiye'de maalesef hizipler ideolojik tartışmalardan ziyade isimler üzerinden ilerliyor, program ve ideolojik tartışmalar da geri plana itiliyor.
– Ülkeleri idealistler mi pragmatistler mi yönetmeli?
Klientalizm göz önünde bulundurulduğunda idealistler.
– Dünyada siyasal İslam bitiyor mu?
Bence genelleme yapmak doğru olmaz. Müslüman kardeşler veya ılımlı İslam modeli düşüşte olabilir fakat Endonezya ve Malezya'ya baktığımızda İslami partiler oy oranlarının düşmesine veya düşük seyretmesine rağmen hala çok aktifler ve zaman zaman ülkelerde gündem belirleyebiliyorlar.
– Türkiye'deki yüzde 10 seçim barajı için ne düşünüyorsunuz? Dünyada benzeri var mı ?
Bildiğim kadarıyla bir benzeri yok. Yanlış hatırlamıyorsam bizden sonra yüzde 7'yle Polonya geliyor. Bu durumun özellikle Kürt siyasi hareketini parlamento dışında tutmak için getirildiğini ve aynı nedenle de devam ettirildiğini düşünüyorum.
Çıkar karşılığı oy sağlamak bir patronaj sistemi
– Klientalizm ne demek?
Klientalizm kısaca siyasi partilerin seçmenlere sağladıkları çıkarlar karşılığında oy alması ilişkisine dayanan bir patronaj sistemi. Aslında Türkiye'de seçmenlerin çok da yabancı olmadığı bir mevzu! Partilerin sağladığı çıkarlar genellikle ayni yardımlardan, iş sağlamaktan veya devlet hizmetlerinden faydalanmalarından oluşuyor.
– Programa dayalı siyasi partiye dünyadan güçlü örnek nedir?
Almanya'daki Sosyal Demokrat Partisi.
Seçmen vaade değil aldığı yardıma bakar
– Klientalizm ile hesap verilebilirlik arasında nasıl bir ilişki var?
Normalde seçmenler partileri iktidar olmadan önce verilen vaatler üzerinden değerlendirir, ona göre ödüllendirir veya cezalandırır. Yolsuzluk veya kaynakların verimsiz kullanımı konusunda da hesap sorabilirler. Fakat klientalizm mekanizmasının yoğun olduğu durumda seçmenler vaatler yerine partilerden aldıkları yardımların devam edip etmemesine bağlı olarak hesap verilebilirlik ilkesini göz ardı edebilirler.
Doktora çalışmasını Güney Kore'de yaptı
– Sizin siyasete ilginiz nasıl oluştu? Genellikle evde bir siyasetçi ile büyüyenler, tam tersi yolu seçiyorlar…
Aslında siyasete ilgim üniversitede okuduğum bölümle alakalı, siyaset bilimi ve kamu yönetimi mezunuyum. Doktora süresince karşılaştırmalı siyaset üzerine dersler aldım. Bölüm uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimi olunca siyasi olayları takip etmeden olmuyor tabii. Fakat okul dışında özellikle evde ve çevremde siyaset hep konuşulan bir konu olmuştur.
– Kore'de doktora çalışması yaptınız. O zaman da çok ilgimi çekmişti. Neden Kore? Nasıl bir deneyimdi sizin için?
Yüksek lisansta Asya çalışmaları bölümünü bitirmiştim. O dönem bölüm yeni açılmıştı. Türkiye'de Doğu ve Güneydoğu Asya üzerine çalışan akademisyen sayısı az, çok çalışılmamış bir alan. Uzakdoğu düşünüldüğünde Çin ve Japonya'ya kıyasla ilk başta Güney Kore'nin demokratikleşmesi üzerine çalışmak daha cazip geldi. Fakat doktoradayken ilgim Güneydoğu Asya'ya kaydı. Kapitalizm aşırıya kaçmış olsa da genel olarak Güney Kore sosyoekonomik açıdan gelişmiş ve huzurlu bir ülke. Yüksek lisans öğrencilerine tanınan imkanlar da iyi olunca benim için güzel bir deneyim oldu.