BIST 100 8.864 DOLAR 34,30 EURO 37,36 ALTIN 3.033,46
12° İstanbul
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyon
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkari
  • Hatay
  • Isparta
  • İçel
  • İstanbul
  • İzmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce

'Cezaevinde kalabilir' raporu verilmişti: Vural Avar'ın son savunması ortaya çıktı

'Cezaevinde kalabilir' raporu verilmişti: Vural Avar'ın son savunması ortaya çıktı

28 Şubat davası hükümlüsü emekli Korgeneral Vural Avar, demans hastası olduğu halde 'cezaevinde kalabilir' raporu verildikten günler sonra hayatını kaybetmişti. Vural Avar'ın son savunması ortaya çıktı.

28 Şubat kumpası davasında, sağlık sorunlarına rağmen cezaevinde tutulan 85 yaşındaki emekli Korgeneral Vural Avar, geçtiğimiz günlerde Sincan F Tipi Cezaevi’nde hayatını kaybetti.
Avar’ın cenazesi, bugün Ankara Kocatepe Camii’nde kılınacak cenaze namazının ardından Karşıyaka Mezarlığı’nda toprağa verilecek.

VURAL AVAR’IN SON SAVUNMASI
Odatv’nin haberine göre, demans hastası olduğu halde ölümünden 10 gün önce şehir hastanesi tarafından “Cezaevinde kalabilir, Fiziksel engeli yoktur” raporu verilen Avar’ın 28 Şubat davası kapsamında yaptığı son savunmasında davanın kumpas olduğunu iddianameyi hazırlayan savcıları, Genelkurmay’daki FETÖ’den ihraç ve firari olan isimleri tek tek saydığı son savunması ortaya çıktı.

Avar’ın son savunması:

Ben Vural Avar,

30 Ağustos 1998 yılında kadrosuzluktan Hava Pilot Korgeneral rütbesi ile emekli oldum. 28 Şubat süreci benim için 28 Şubat 1997’de başladı, emekli olduğum 30 Ağustos l998 yılında da bitti. Sonra, bu süreçle ilgim sadece gazete ve televizyon haberlerine kaldı.

“EMEKLİ OLDUKTAN 16 YIL SONRA KAPIM ÇALINDI”
Emekli olmamdan tam 16 yıl sonra, 27 Mayıs 2012 tarihinde kapım çalındı ve görevliler nezaretinde Ankara’ya getirildim. Ertesi gün 28 Mayıs 2012 tarihinde, uykusuz geçen bir gecenin sabahında savcılık soruşturmasına çıkarıldım. İlk defa böyle bir soruşturmaya muhatap oluyordum.

Soruşturmam tamamladıktan sonra, savcının tutuklama isteği ile mahkemeye sevk edildim. Hakim tutuklanmamıza karar verdi. Ve biz Sincan Ceza evine gönderildik.

17 Mayıs 2013 tarihinde Hakim Halil İbrahim Kütük’e ki hakkında tutuklama kararı var, halen firarda… Hakim Kütük’e verdiğim ifademde, biz seviyemiz ve mesleki geçmişimiz gereği kaçma şüphesini içimize sindiremeyiz. Bize yakışmaz. Tutukluluğumun kaldırılmasını isteyecektim, ancak suçsuz durumdaki arkadaşımın sizden hiç talepte bulunmuyorum demesi üzerine ben de talepte bulunmaktan vazgeçtim. Söylentiye göre, PKK açılımı nedeniyle af çıkacakmış. Suçtan aklanmadıkça böyle bir affı da kabul etmeyeceğim demiştim.

Gelelim bu duruşmaya öncelikle içinde bulunduğumuz bu duruşmada, benden önce savunmalarını yapan arkadaşlarıma ve onların vekillerinin görüşlerine aynen katıldığımı belirtmek isterim. 1997 yılında ki bu benim Genelkurmay Başkanlığında göreve başladığım tarih. Genelkurmay Genel Plan ve Prensipler Başkanı olarak Genelkurmay Başkanlığında görev yapıyordum. Bana bağlı 6 daire ve başlarında Tuğgeneral, Tümgeneral ve Tümamiral rütbesinde Daire Başkanlarım vardı. Bu daire başkanlarımın asıl görevleri nedeniyle BÇG ile hiç ilgileri yoktu, olmadı da.

Sanıkların yanı sıra kamuda gazeteler, medya özellikle de müşteki avukatları ve onların getirdikleri müştekiler, BÇG’nu bir şer yuvası olarak görüyorlardı. Tabi bizim gayretlerimiz hiçbir zaman için çalışma grubunun ne olduğunu açıklamamıza rağmen onlara ikna edecek bir durum içerisine giremedik. Bu da bizim hatamızdan olsa gerek. Çünkü askere aldığımız kişilere hiç çalışma grubunda çalışma imkanı vermemiştik.

Genellikle kurmay subayların yaptığı bir işlemdi. Ben şimdiki silahlı kuvvetlere bunu tavsiye ettim. Çalışma gruplarına asteğmenlerinizi sokun, astsubaylarınızı sokun ki onlar günü geldiğinde çalışma grubunun nasıl bir görev şekli olduğunu ne yapsınlar, etrafındaki kişilere söylemek imkanını bulabilsinler. Buna rağmen, benim tutuklanmamdan sonra, zamanını şimdi hatırlayamadığım bir tarihte 9’uncu dalga olarak daire başkanlarım, diğer kuvvetlerden personelle beraber tutuklandılar. Müşterek toplantılarımızda karşılaşabildiğim arkadaşlarım bana 7 Nisan 1997 tarihinde yapılmış olan bir toplantı nedeniyle tutuklandıklarını söylediler ki biz o zamana kadar böyle bir toplantının olduğunu hiçbir şekilde duymadık.

“FETÖ’CÜ SAVCI MUSTAFA BİLGİLİ…”
Daha önce tutuklanan bizlere hiç gösterilmeyen bu toplantı tutanağı belgesini Genelkurmay Başkanlığından istemelerini arkadaşlarıma önerdim. Sonradan öğrendiğime göre Genelkurmay’dan ilk etapta gönderilen belgelerin içerisindeki bu belgelerin bir kısmı Savcılıktaki ilk sorgulanmamızda gösterilmişti. Ama onların içerisinde bu toplantının tutanağı yoktu. Müsaade ederseniz bundan böyle, bize açıkça kumpas kurması nedeniyle kendisine hep FETÖ’cü savcı Mustafa Bilgili demek istiyorum, aynen 5 numaralı CD’de olduğu gibi, bu kumpas ürünü sahte tutanağın da bir kopyası kendisine bir şekilde ulaştırılıyor, daha henüz Genelkurmay’da bu belge bulunamamış.

FETÖ’cü savcı Mustafa Bilgili, Genelkurmay’dan tutanağın aslını istiyor. O zamana kadar bulunamamış toplantı tutanağı, her nasılsa bir sümenin altında hemen bulunarak, FETÖ’cü olduğu şimdi ortaya çıkan Genelkurmay Adli Müşaviri Muharrem Köse tarafından ivedi olarak 30 Ocak 2013 tarihinde FETÖ’cü Bilgili’ye ulaştırılıyor. Belge acele olarak iddianamenin 83’üncü sayfasında yer alıyor ve Bilgili’de gizli damgalı bu belgenin aslı, emanetimizin 2013/10 sırasında kayıtlı olup, onaylı sureti ki bu, bu iki hususun altını çizmek istiyorum.

Gizli damgalı ve onaylı sureti Genelkurmay Başkanlığının 30 Ocak 2013 tarihli yazı ekinde Başsavcılığımıza gönderilmiştir diyebiliyor. Aynı Adli Müşavir, bizim isteklerimize ise tam 3 ay sonra 12 Haziran 2013 tarihinde cevap veriyor.

Bize gönderdiği belgede açıklama olarak şunları yazıyordu: Belge başlıksızdır, imzasızdır.

Dolayısıyla hangi birim tarafından yayınlandığının belirlenemediğini, ayrıca belge üzerinde herhangi bir arşiv şerhinin bulunmadığı iddia ediliyordu.

Arşiv şerhleri askeri yazışmalarda, onları ne kadar muhafaza edeceğimizi, ne derece onlara önem vereceğimizi gösteren damgalardır. A’dan D’ye kadardır.

A, olanlar bir sene içerisinde imha edilir bize hiç sorulmadan imha edilebilir.

B, olanlar 5 sene tutulur ve bu 5 senenin dolacağına yakın bu belgeyi arşive gönderen yere bir şey gelir ikaz gelir bu belgeyi yine arşivde tutalım mı diye? Şayet o belgeyi oraya gönderen kişi o belge üzerinde çalışmasını devam ettiriyorsa daha 3 sene tutun 5 sene tutun diye uzatma da yapabilir.

C damgasında olanlar arşive giderler tarihi belge olarak kayıtlı bir vaziyette uzun süre tutulurlar.

D belgesinde olanlar ise mikrofilmleri alınır ki asılları inceleyenlerin elinde harap olmasın diye… Mikrofişler üzerinden inceleme yaparlar ama onlar tarihi belge olarak yıllarca orada dururlar. Bazı ülkelerde belli bir tarih geldikten sonra onlarda da benzeri işlemler vardır, o tarih geldikten sonra arşivlerini açarlar ki bizim Rus arşivlerine girerek, Ermeniler konusunda ne derece bir şey içerisinde olduğumuzu gösteren belgeler oralardan çıkmıştır.

Bize cevabi yazısında bildirmesine rağmen, bu notu savcılığa FETÖ’cü göndermemiş.

Adı geçen bu toplantının tutanağı askeri yazışma talimatına uygun olarak tutulmamış böyle büyük toplantılarda çok dikkatli olan bir kişi toplantının tutanağını tutar. Toplantıya katılanların önünden bir isim listesi geçirilir orada bulunanlar o isim listesini muhakkak imzalarlar ve o isim listesi arşivdeki olan belgenin arkasında muhakkak muhafaza edilir. Katılanların imzaları yok. Sahteliği ortaya koyan önemli bir husus, Hava Kuvvetleri İstihbarat Başkanı Yücel Özsır toplantıya katılmıyor. Katılmıyor ama bu kumpası hazırlayan kişi o kişiyi orada gösteriyor ve onu da konuşturuyor gıyaben. Belgede tutanağı tutan kişinin imzası ki bu önemlidir, tutanağın kayıt numarası, arşiv damgası ve kırmızı damgalı gizlilik kaydı da yoktur. Yapıldığı iddia edilen konuşmalar askeri usullere ve kişilerin bilinen üsluplarına hiç uygun değildir. Özetle, bu toplantı tutanağı, askeri usullere aşina olmayan bir kumpasçı tarafından kaleme alınmış, hiç suçu olmayan kişilerin tutuklanmalarına neden olmuş. Bu tutuklamaları karşılıklı iki FETÖ’cünün kumpası olarak kabul etmeniz gerekir.

“ASKERİ ADABA HİÇ UYMAYAN HUSUS…”
2. Başkan Çevik Bir’in başkanlık yaptığı toplantıda konuşanlar askeri adaba uymayan tarzda konuşmalar yapmışlar gibi tutanağa alınmışlardır. Askeri adaba hiç uymayan diğer bir husus da Orgeneral Çevik Bir’in toplantıyı bitiren konuşmasından sonra, o toplantıdan çıkmadığı halde bazı küçük rütbelilerin konuşmaya devam etmeleridir. Bu usul tahmin ederim. Adliyede de münasip bir şekilde uygulanan bir usuldür. Hangi duruşmaydı hatırlamıyorum. Savcı birden bire Başkan, kararını açıklarken müdahale etti ve Başkan çok sert bir şekilde Savcıyı yerine oturttu. Aynı tarz uygulamalar askerlikte de cereyan eden uygulamalardır. Ama bunu yazan kişi böyle bir uygulamanın olduğunu bilmediği için kumpasına böyle şeyleri koymaktan hiçbir mahsur görmüyor.
Savcılık makamı, aslını hiç görmediğimiz birçok belgeyi ilk savunmamda delil olarak kullanmıştır. Bu belgelerin daha sonra temin ettiğimiz kopyaları önceki savunmamda mahkemenize sunulmuştur. Çünkü bunları muhtelif şekillerde Genelkurmay’ın arşivinden temin etme imkanını bulmuştuk. Belgelerin çoğu tarihsiz, dosya ara numarası verilmemiş, ilgililer tarafından parafeleri atılmamış, imzalanmamış belgelerdir. Bu tür belgeleri biz yok sayarız, sizin için de yasal jargonuyla delil niteliğinde olmayan belgelerdir. Ama biz, iddianamede yer alıp da sadece ismini, kodunu gördüğümüz yüzlerce olan bu belgelerden kaçı güvenilir, kaçı da delil niteliğinde olmayan belgelerdir, bilmiyoruz. Bu nedenle de üzerime atılı suçlamaları ilk savunmamda olduğu gibi gene de kabul etmiyorum.

TSK’de, diğer ülkelerde olduğu gibi çalışma grupları, ilgili talimatlardaki esaslara bağlı, çok kullanılan bir uygulamadır. Bizden evvel İçişleri Bakanlığı 406’ya bağlı olarak ki Bakanlar Kurulunun yayınladığı bir genelge vardır. O genelgeye ele alarak bir kendisine bağlı olan yerlere bir talimat yayınlamıştır. Bize o talimat geldi. O talimatı görünce biz niye benzeri bir durumu uygulamıyoruz diye kendi aramızda konuştuk ve komutana arz edildi ve komutan bunu uygun gördüğü için II. Başkan vasıtasıyla bu sistem başlatıldı.

“YAŞ KARARI İLE TSK’DEN ÇIAKRILANLAR AŞIRI DİNCİ VE FETÖ’CÜ OLDUKLARI İÇİN İLİŞKİLERİ KESİLDİ”
Batı Çalışma Grubu (BÇG) yasaların dışında kurulan ve faaliyet gösteren yapı ve oluşum değildir.

BÇG, silahlı kuvvetler içerisinde çok fazla uygulanan, herkesin aşina olduğu bir grup çalışmasıdır. BÇG müşteki dilekçelerinde daima suçlu gösterilmeye çalışılan bir grup olmuştur. Herkes kendisine gelen bir tepkiyi BÇG’den çıkıyor diye görüyor ve buda maalesef medya ve müşteki avukatlarının da zaman zaman televizyonda çıktıkları oturumlarda hep bu konudan bahsetmeleri nedeniyle bir şer grubu olarak görülmüştür.

Müştekiler içerisinde YAŞ kararı ile TSK’den çıkarılanlar ki bunlar benim elimdeki bilgilere göre 196 kişi. Bazı bilgilere göre bunlardan 47’si ise aşırı dinci ve FETÖ’cü oldukları için silahlı kuvvetlerle ilişkileri kesilmiş olan kişilerdir.

TEK TEK FETÖ’CÜLERİN İSİMLERİNİ SAYDI
Tesettürlü oldukları için üniversiteye alınmayanlar dahi silahlı kuvvetlerden, hatta hiç alakası olmadığı halde BÇG’dan müşteki olduklarını iddia etmektedirler. Bu husus tamamen YÖK sorumluluğundadır ve 1987’den itibaren Danıştay, Yargıtay ve AYM kararlarıyla ilgilidir. Hatta AIHM’nin de bu doğrultuda bir kararı vardır. Burada iddianameyi hazırlayan savcıların Mustafa Bilgili ve Kemal Çetin’in FETÖ mensubu oldukları için tutuklandıkları, hatta onlara TSK’den bazı sahte belgeleri gönderen Askeri Savcı Muharrem KÖSE’nin de FETÖ mensubu olduğu mahkemenizin kararında dikkate alınacak olmalıdır. Hatta bu gerçekler iddianameyi, kumpaslarla dolu olması nedeniyle geçersiz kılmakta, kanımca mahkemeniz tarafından yok sayılmasını da gerektirmektedir.

Kişileri ve diğer sorumlu adli kişileri huzurunuza sunmakta, irdelemekte savunmam açısından da yarar görüyorum. Savcılar; ilk soruşturmada ifade alan savcılar Cemil Tugtekin meslekten ihraç, Mehmet Özgür meslekten ihraç, tutuklu, sahte CD’i teslim alan savcılar Hüseyin Ayar meslekten ihraç, Fikret Seçen meslekten ihraç ve firarda, iddianameyi hazırlayan savcılar Mustafa Bilgili ve Kemal Çetin ihraç ve tutukludurlar. Hakimlere gelirsek savcılık ifadelerinden sonra tutuklanmalara karar veren hakimler Mustafa Karatay meslekten ihraç, Muhammed Alabaş tutuklu, Ali Ertan tutuklu, Haydar Kolu tutuklu. Tutukluluk itirazlarını değerlendiren ve kopya eder gibi hep aynı ifadelerle reddeden hakimler; Abdullah Bahçeci tutuklu; Nihal Uslu tutuklu, Halil İbrahim Kütük tutuklama kararı var ama firarda; Dündar Örsdemir meslekten ihraç, tutuklu; Ahmet Korkmaz meslekten ihraç, tutuklu; Kadriye Çatal meslekten ihraç. Bu kişilere Genelkurmay Adli Müşaviri Hakim Albay Muharrem Köse’yi de dahil ediyorum. Yakın çalıştıkları için Personel Başkanı General İlhan Talu’da aynı suçlama ile TSK’den ihraç ve tutukludur.
Biraz evvel bahsetmiş olduğum kumpas taraftarı olan kişilerin içerisinde Tübitak görevlileri de yer alıyor. Bu kişiler kendisine gönderilen 5 Numaralı CD hakkında sahteliği sonradan ortaya çıkan delil olarak kullanılabilir kararı veriyorlar. Bu kişilerden Ünal Tatar ihraç firarda, Cihat Yıldız ihraç, Yakup Korkmaz ihraç.

FETÖ’nün devlet içinde devlet olduğunu kimin tespit ettiğinin üzerinde biraz durmakta da yarar görüyorum. TSK tarafından 1990’lı yıllardan başlayarak aşırı dinci unsurların üzerinde durulmasını gerektiren MİT raporlarının hep dikkate alınmış olmasıdır. FETÖ’ye paralel yapılanma , devlet içerisinde devlet benzetmesini ilk yapan da TSK olmuştur. Hem 28 Şubat öncesinde hem de 28 Şubat sürecinde FETÖ’nün bir darbeci olduğu silahlı kuvvetlerin muhtelif organları tarafından ilgili kişilerin önüne konmuştur. TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonunda FETÖ’nun devlet katında ne zaman tespit edildiği tartışmasında 2004 MGK kararlarında FETÖ yapılanması açık bir şekilde ortaya konmuştu. Ama maalesef dikkate alınmadı.

Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi hükümetinin istifasına gelince; Cumhurbaşkanı, Parlamento ve Hükümet çalışmasına devam ediyor. Hatta Hükümet, 28 Şubat MGK’da alınan tavsiye niteliğindeki kararı, Bakanlar Kurulunda varılan mutabakatla bir hükümet kararnamesine dönüştürüp Bakanlıklara gönderiyor. Başta İçişleri Bakanlığı olmak üzere diğer Bakanlıklar da kendi direktiflerini alt kademelerine yayınlıyorlar. Dediğim gibi hükümet 3,5 ay daha göreve devam ediyor. Siyaset ortamının, o dönemin tanınmış yazarlarının kitaplarında yer alan, zorlamaları ile ki bu yazarlar arasında Sayın Şevket Kazan’da vardır. Onun kitabında bu ortaklıkları rahatlıkla görebilirsiniz.

TANSU ÇİLLER VE ERBAKAN DETAYI
Daha önce yaptıkları protokole dayanarak el değiştirmek üzere Cumhurbaşkanı’na istifalarını sunuyorlar. Bunu da sizin önünüzdeki notta olmayan bir hususu da ilave etmek istiyorum. Tansu Çiller zaman zaman medya ile konuşmalarında veya toplantılarındaki konuşmalarında askerle arasının çok iyi olduğunu iddia eden bir kişiydi ve hakikaten de bizden onun bize karşı bu teveccühünden dolayı saygı da görüyordu. Fakat birdenbire askerle olan ilişkisini rahmetli Necmettin Erbakan üzerinde kullanmaya başladı. Yine bir yazarın kitabında ifade ettiği üzere aynen şöyle diyor; ‘Askerle benim aram iyi sen kalırsan asker herhalde darbe yapacak.’ Halbuki askerin darbe yapmaya niyeti yok ama Tansu Çiller askerle arasını açarak ne yapıyor, askeri rahmetliye karşı bir koz olarak kullanıyor ve rahmetli de el değiştirmeyi kabul ediyor.

28 Şubat davası, Ergenekon, Balyoz, gibi kumpas davalarının son halkasıdır. Dava, rahmetli Necmettin Erbakan’ın vefatına kadar kasıtlı olarak açılmamıştır. Necmettin Erbakan, kendisini istifaya götüren süreci hiçbir yerde ve hiçbir şekilde darbe olarak tanımlamamıştır.

TANKLARIN SİNCAN’DAN GEÇİŞİ
O dönemde bazı gazeteler ve yazarlar 28 Şubatı darbe olarak göstermek için algı operasyonunu çok iyi kullanarak bütün suçu, askere yükleyebilmişlerdir. Sincan’dan geçirilen tanklar olayı maalesef, tatbikat programı ve arkadaşımızın ifade ettiği, zamanlamasının daha önceden planlanmış olmasına rağmen, Sincan Belediyesi’nin yaptığı çirkin etkinliğe tepki gibi gösterilerek istismar edilmiştir. Aslında bu yürüyüşün Sincan’daki o tepki gösterilecek olayla hiç mi hiç alakası yoktur.

Bir şeye daha değinmek istiyorum Necmettin Erbakan konuya kışkırtıcılar gibi bakmayarak ‘ulusal bayramlarda yüzlercesi geçiyor, ne oluyor ki’ diyerek konunun üzerinde hiç mi hiç durmamıştır. Tankların Sincan’dan geçişi ile ilgili olarak yine benim bildiğim bir konuyu burada tanklar kasıtlı olarak geçiyordu diyenlere bir şey olsun diye söylemek istiyorum. Lütfen o zamanın gazetelerinde çıkan resimlere bakınız, hepsi topları arkaya bağlı, silahları kapalı olarak yürüyüş yapıyorlar. Darbeye mi gidiyorlar? Ve onlara şöyle diyorum; 12 Eylül’de görev alan tankların gazetelerdeki resimlerini bulun ve Sincan’da yürüyen tanklarla mukayese ediniz. Bakın farkı göreceksiniz. Bu olumsuz algıyı yaratmak isteyenlere de inanmayınız. 2013 tarihinde birtakım gazetelerdeki yazarlar sanki bir yerden emir almışlar gibi devamlı algı yaratmışlardır. Ele aldıkları sadece BÇG değil, tesettürlü bayanlar için askerin üniversitelerde İkna odaları kurdurdukları, tesettürlü öğretmenlerin çalışmalarını engelledikleri, askerin üniversitede ikna odaları açmasının imkanı olabilir mi? Ama bunu hiç çekinmeden ifade edebilmişlerdir. Gazetelerde de bu yer. Tesettürlü öğretmenlerin çalışmalarını engellemişiz, ben hatta içlerinden bir tanesine bu engellemenin elinizde bir belgesi var mı? diye sorduğumda dürüst bir kişiydi böyle bir belge elimizde yok dediydi ki o arkadaşımızda, arkadaşım diyorum burada oturuyor. Tesettürlü öğretmenlerin çalışmalarını engelledikleri bugün gün FETÖ’cü oldukları açıkça ortaya çıkan asker kişileri yaş kararlarıyla ordudan çıkardıkları, kişilere fişleme yaptıkları gibi yalan haberleri üreterek silahlı kuvvetler hakkında halkın güvenini silmeye çalışmışlardır. Bir ölçüde de en başta bulunan kişiler de dahil olmak üzere, efendim bağırsaklarımızı temizliyoruz bu adamlarla iyi ki savaşa girmemişiz sözleriyle de halkın üzerinde bu kanıyı uyandıracak tepkiler üzerinde olmuşlardır. Fakat bu yazar ve kişilerin ortaya koydukları, mahkemenize sundukları somut bir belge veya kanıt yoktur. Umarım mahkemeniz bu durumu dikkate almaktadır.

“ADİL YARGILANMA HAKKIMIZ ELİMİZDEN ALINMIŞTIR”
Adil Yargılanma hakkımız 12. Ağır Ceza Mahkemesinin verdiği kısıtlılık kararı ile elimizden alınmıştır. Genelkurmay Başkanlığı, özellikle de halen FETÖ’cü olduğu nedeniyle işten el çektirilmiş Genelkurmay Adli Müşaviri her seferinde, lehimize olacak bilgi isteklerine karşı kısıtlılık kararını öne sürmüş olmasa bile o belgelerde kısıtlılık kararını ileri sürerek o belgeleri de bize vermemeyi tercih etmiştir.

MGK’da Genelkurmay Başkanlığının yanı sıra, her zaman olduğu gibi MİT ve Emniyet’in de brifinglerinin yapılması olağandır. Gündem ağırlıkla İrtica olduğu için onların brifinglerinin içeriğini bilmemizde, savunmamız açısından yararlı olur düşüncesiyle mahkemeniz vasıtasıyla istedik. Fakat isteklerimize rağmen bu brifingler bize verilmemiştir. O zamanki Milli Siyaset Belgesinde, Başkanı olduğum Genel Plan Prensipler Başkanlığımız tarafından diğer Başkanlıklarla koordineli olarak hazırlanmış ve Genelkurmay Başkanımız tarafından onaylanarak MGK’na sunduğumuz girdiler vardı. Bu belgeyi istememize rağmen vermediler. Halbuki orada devlet tarafından değiştirilmiş tehdit önceliklerinin nasıl olduğunu görme imkanımız olacaktı.

Bu öncelikleri mahkemenizin önüne koymak, eminim ki davamızın seyrinde büyük bir rol oynayacaktı. Bu tür siyasi belgeler imha edilmezler ve Milli Arşivlerde saklanırlar. Biz görmesek bile tayin edilecek bir naip hakim bize yetecek önemli bilgileri, gizlilik usullerine göre mahkememize getirebilirdi. Fakat bu isteğimiz yerine gelmedi. Dikkat çekici bir husus da bizim ulaşamadığımız önemli bilgilerin her nasılsa yanlı basında her gün yayınlanabilir olmasıdır. Bu, adil yargılanma hakkımızı elimizden almak demek değil midir? FETÖ davalarında süratle kararlar alınıyor, 28 Şubat davası ise hala bitirilemiyor. Bugün 104.ncü duruşmadayız. Savunmamı bitirmeden önce önemli gördüğüm bir hususu öncelikle belirtmek istiyorum. İddia Makamının esas hakkındaki mütalaası, çok kısa zamanda oluşturulmuş ve ilginç tarafı FETÖ’cü olduğu ortaya çıkan Mustafa Bilgili’nin yanlı mütalaasının tıpatıp aynısı olarak ifade edilmiştir. Mütalaanın esasını oluşturan iddianame, TSK’ni kamuoyu nezdinde itibarsızlaştırmayı, tasfiye etmeyi, neticede FETÖ’nün siyasi amaçlarının gerçekleştirilmesi doğrultusunda kurdukları kumpasın bir iddianamesi değil iftiranamesidir. Rahmetli Necmettin Erbakan, Cumhurbaşkanına Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi hükümetinin istifasını verdikten sonra beklentilerini karşılamayan bir durumla yüzyüze kalınca bir basın toplantısı yaparak görüşlerini ve şikayetlerini dile getirmişlerdir. Bu konuya ben değinmeyeceğim ama avukatım yeri geldiği zaman bu konuda size gerekli açıklamayı yapacak. Sayın Başkan, kumpasla dolu olduğunu belirtmeye çalıştığım bu ortam içerisinde, adaletin haklının yanında olacağı inancı ile savunmamı bitiriyor, beratımı talep ediyorum.”