Erdoğan’ın etrafındakileri yanında tutabilmek için İstanbul’u almaya ihtiyacı olduğunu söyleyen Kaftancıoğlu’nun “AKP, kaybedeceği bir seçime girmez” diyerek 23 Haziran’a kuşkuyla yaklaşanlara yanıtı da şu: “Kazanacaklarını bildikleri için değil, yüzde 1 de olsa şanslarını tekrar denemek için iptal ettirdiler”. Öte yandan Kaftancıoğlu, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın avukatlarıyla görüştürülmesinin Kürt seçmenin oy verme davranışını değiştirmeyeceğini düşünüyor.
Daha sandıklar sayılırken “kazandık” açıklamaları, apar topar “teşekkürler İstanbul” yazılı afişlerin asılması, Anadolu Ajansı’nın manipülasyonları, medyadaki tek seslilik ve daha onlarca taktik 31 Mart gecesini iktidarın lehine çeviremedi. Neticede seçimlerden iki hafta sonra da olsa YSK, Ekrem İmamoğlu’nu elini havaya kaldırmak, mazbatasını teslim etmek zorunda kaldı.
Fakat “hiçbir şey olmasa da mutlaka bir şeyler oldu” denilerek bu sefer seçimin iptal edilip yenilenmesi talebi dillendirildi. Bunun yolu yapıldı ve herkesin bildiği sonuca 6 Mayıs’ta ulaşıldı. YSK’nın iptal kararından birkaç saat önce, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın avukatlarıyla görüştüğü açıklandı. Öcalan ve İmralı’daki üç arkadaşının imzasını taşıyan açıklamada İstanbul’a, hatta açlık grevi haricinde Türkiye’deki hiçbir güncel konuya doğrudan temas edilmediği halde, görüşmenin bizatihi kendisi İstanbul seçimleri açısından bugün de devam eden spekülasyonlara neden oldu.
Haliyle 23 Haziran’da İstanbul seçimi iktidarın, muhalefetin, hatta Türkiye’nin kaderinin sınanacağı gün olarak, daha yaşanmadan tarihteki yerini almış görünüyor. Peki bu tarih ne tür ihtimaller içeriyor? İktidarın 23 Haziran’da kaybetmemek için her türlü yola başvuracağını düşünenler haksız mı? Ekrem İmamoğlu’nun başarısının en önemli aktörlerinden biri olduğu için iktidar ve medyasının en çok hedef gösterdiği isimlerden CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun kapısını çaldık ve kendisiyle etraflı bir İstanbul sohbeti yaptık.
AKP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini iptal ettirme stratejisinin seçmene yansıması nasıl olur?
AKP’nin yaptığı şey bir strateji değil, sandık darbesidir. Henüz elime ölçüm sonuçları ulaşmadı ama sahadan edindiğim izlenime göre AKP’nin seçimi iptal ettirmesi İstanbul halkında beklenenden daha fazla kararlılığa, “bunu bile yaptılar” duygusuna evrildi. Daha önce yaptırdığımız bazı ölçümlerde, “Ekrem İmamoğlu kazanmıştır ve bunu daha fazla uzatmanın manası yoktur” duygusu öne çıkıyordu. Seçimin iptal ettirilmesi İmamoğlu’nun daha fazla sahiplenilmesiyle, bu sahiplenmedeki kararlılıkla vücut buldu.
Aslında toplumda yaygın olan bir soru var: “Tekrar kaybedecekleri bir seçimi neden iptal ettirsinler?” Sizin bu soruya yanıtınız nedir?
“Mutlaka bildikleri, planladıkları bir şey var ki seçimi iptal ettirdiler” iddiasına katılmıyorum. AKP ve Siyasal İslâm, İstanbul seçimlerinin kendileri açısından varlık-yokluk meselesi olduğunun farkındaydı. İstanbul’u kaybederek hem siyasi hem de ekonomik açıdan yok olduklarını, yok olacaklarını gördüler. Bana göre onlar açısından meselenin siyasi kısmı ekonomik kısmından daha önemli. Seçimi iptal ettirmeleri, yok olmayı kabullenmek yerine bir kez daha şanslarını denemenin, fırsat yaratma yolunu aramanın sonucudur. 31 Mart’ta kaybettiler ama kaybetmeyi, kaybı kabullenmeyi bilmiyorlar. Kesinlikle kazanacakları için iptale başvurmadılar. Yüzde yüz kaybetmişlerdi, şimdi ise “belki yüzde 1, 2 veya 3 ihtimalle kazanırız” beklentisinin sonucudur iptal ısrarı.
İptal kararından sonra, İmamoğlu’nun sarf ettiği “her şey çok güzel olacak” cümlesi şimdiye kadar iktidar korkusuyla sesini çıkaramayan pek çok sanatçının da dâhil olduğu bir ortaklaşmaya dönüştü.
Sizce karşı taraf bununla nasıl baş etmeye yönelecek?
“Her şey çok güzel olacak” cümlesinin taşıdığı duyguyu anlamadıkları sürece, siyasal alanda da var olma şansları yok. 31 Mart’tan aylar öne, gördüğümüz şekliyle değil, İstanbul halkının bize yaptığı geribildirimleri dikkate alarak dilimizi, kampanyamızı, adayımızı belirledik. Bu süreçte İstanbul halkı bize birkaç şey söylemişti. Halk artık ayrışmayı istemiyor, hakikaten kavgadan usanmış, kibirli yöneticilerden bıkmış. İstanbul halkı bakan değil, gören ve anlayan kişiler tarafından yönetilmek istiyor. Daha da önemlisi, yıllardır söylenenin aksine İstanbul halkı kendisi gibi düşünmeyenin de, kendisinden farklı olanın da eşit hizmet almasını savunuyor. Biz işte bu geribildirimler üzerinden 31 Mart’a hazırlanırken, AKP yine bunu görmeye yanaşmadı ve kavga istemeyen halkı kutuplaştırmaya, bir arada yaşamak isteyen insanları ayrıştırmaya çalıştı. Neticede vatandaşın arzusunu, talebini duymadıkları için 31 Mart’ta kaybettiler.
OLAN ‘BİR ŞEYLER’ HALKIN GÖRMEK İSTEMEDİKLERİ TALEPLERİYDİ
Yani “bir şeyler oldu” dedikleri şey bu muydu?
Evet, olan “bir şeyler,” halkın görmek istemedikleri talepleriydi. AKP vatandaşın sesini duymadığı için kaybetti. 31 Mart akşamı itibariyle İstanbul halkının aklında seçimler bitmişti. Üstelik yaptığımız araştırmalara göre Ekrem İmamoğlu, kendisine oy vermeyenlerin de belediye başkanı olarak görülüyordu. Ama dertleri halkın beklentisine göre hareket etmek olmadığı için, koltukları, iktidarları için varlık-yokluk meselesi olarak gördükleri İstanbul seçimlerini, gene İstanbul halkına rağmen iptal ettirdiler.
MAĞDURİYETİMİZİ DİLE GETİRİŞİMİZ MAĞRURCA OLACAK
İmamoğlu, iptal kararından hemen sonra yaptığı konuşmada mağdur diline başvurmak yerine genç ve kararlı bir siyasetçi edası takındı. Buna mukabil Binali Yıldırım “mağdur benim” dedi. AKP’nin yıllardır kullandığı mağdur dili, seçimleri kendi lehine çevirmesi açısından çok işlevsel oldu. Sizce halk hâlâ mağdur diline “tav” oluyor mu? Mazbatası iptal edilen İmamoğlu’nun benzer bu dili tercih etmeyerek yanlış yaptığını düşünüyor musunuz?
Türkiye toplumunun mağdura yaklaşımı gözardı edilemez. Fakat mağdur olmakla mağdur dili kullanmak arasında fark var. Ekrem İmamoğlu, mağdur edilen bir siyasetçi. Onunla beraber 16 milyon İstanbullu da mağdur edildi. İmamoğlu’nun mağduriyetini anlatması için mağdur diline başvurmasına gerek yok. Mağduriyetimizi dile getirişimiz mağrurca olacak. Mağduriyetlerin arkasına sığınarak siyaset yapmak bize uygun düşmez. İstanbul halkı da mağdur dilini satın almaz. Binali Yıldırım’ın “gerçekte mağdur benim” sözü, benim açımdan cevap vermeye değmez. Sandıkta kaybetmeyi mağdur edilmek olarak görüyorlarsa, bu kendi sorunlarıdır. Sandıkta kaybetmiş olmaları dışında hiçbir “mağduriyetleri” olmadığını vatandaş da biliyor. Sahada olan biri olarak şunu söyleyebilirim ki, özellikle seçim süreçlerinde olgularla algıların örtüşmediği dönemler oluyor. AKP’nin ele geçirdiği basın yoluyla da yarattığı algılar, olgularla örtüşmediği halde seçim sonuçlarına yansımıştır. Ama 31 Mart’ta vatandaş, AKP ne tür bir algı oluşturursa oluştursun, yaşadığı acı deneyimlerden dolayı artık gerçekleri görerek hareket ettiğini gösterdi.
İMAMOĞLU’NUN 18 GÜNLÜK BAŞKANLIK İCRAATLARINI DA ANLATACAĞIZ
23 Haziran’a kadar, 31 Mart öncesindeki stratejinizde ne tür değişiklikler yapmayı düşünüyorsunuz?
Biz yine İstanbul halkının beklentileri düzleminde bir kampanya süreci yürüteceğiz. Bunun dışına kesinlikle taşmayacağız. Ama İstanbul seçimlerinin yerel bir seçim olduğunu unutmadan, iptal dolayısıyla yaratılan mağduriyetin tüm Türkiye ve dünya tarafından görüldüğü bilgisiyle çalışmamızı yapacağız. Ayrıca 23 Haziran’ı demokrasinin bir kez daha sınandığı bir seçim olarak görüp ona göre hareket edeceğiz. Elbette 31 Mart öncesi sürece ilave olarak Ekrem İmamoğlu’nun 18 günlük bir belediye başkanlığı oldu. İmamoğlu’nun 31 Mart öncesinde vaatleri ve 17 Nisan’dan 6 Mayıs’a kadarki başkanlıkta yaptıkları gözler önünde.
18 günde neler yaptı İmamoğlu?
Katılımcı ve şeffaf bir belediyecilik vaat etmişti; Belediye Meclisi toplantılarını tüm İstanbul’a, hatta Türkiye’ye açtı. 0-4 yaş çocuğu olan kadınlara ücretsiz ulaşım demişti; bunu hayata geçirdi. Öğrencilerin ulaşım ücretini indirmeyi vaat etmişti ve eğer şu an görevine devam etseydi, pazartesi günü bu hayata geçecekti. Keza su faturalarında yüzde 40’a varan bir indirim pazartesi günkü Belediye Meclisi toplantısından sonra hayata geçecekti. İmamoğlu, “Büyükşehir belediyesini incelediğimde en çok canımı acıtan şey israftır” demişti…
İMAMOĞLU, HAKKI GASP EDİLEN 16 MİLYON İNSANIN ORTAK ADAYI
İsraftan kastı neydi?
Büyükşehir kaynaklarının kontrolsüz kullanılması, İstanbul halkına değil, mutlu bir azınlığa aktarılması. Zaten bunu biliyorduk ama bizzat görmek, israfın boyutları açısından çarpıcıydı. 31 Mart öncesi kampanyamızda vaatleri sıralarken, şimdi 18 güne sığdırılan icraatları da anlatacağız. Tabii ramazan ayı dolayısıyla çalışmalarımızı daha ziyade iftarla sahur arasında, kapı kapı dolaşarak yürüteceğiz. Bunu sadece CHP’liler veya ittifak ortağımız olan İYİ Partililer olarak yapmayacağız. İmamoğlu artık hakkı gasp edilen 16 milyon insanın ortak adayı. Dolayısıyla 16 milyon insanın bu sürece katılmasını sağlayarak kampanyamızı sürdüreceğiz.
İmamoğlu’nun 18 günlük başkanlığı sırasında, belediyede olup bitenler hakkında daha önce bilmediğiniz veya bizim bilmediğimiz neler öğrendiniz?
Bunların açıklanıp açıklanmayacağı elbette kampanya süreciyle ilişkili olur. Eğer bunlar açıklanacaksa da mutlaka Sayın İmamoğlu açıklayacaktır. Ama şu an benim bunları açıklamam doğru değil. Büyükşehir’deki CHP grubunun başkanıyım ve ihalelerin hangi kanallarla nerelere verildiğine, denetim raporlarında yapılan usulsüzlüklere, yeşil alanların, depremde toplanılacak alanların nasıl alelacele imara açıldığına dair elimizde o kadar çok bilgi, belge var ki! İsraf, kötü kullanım, yandaşa hizmet, vatandaşın hakkının nerelere aktarıldığıyla ilgili bir sürü belge var. Bunların çoğunu kamuoyuyla da paylaştık. İmamoğlu’na mazbatanın verilmediği 17 gün içinde neler yapıldığını da biliyoruz. İmamoğlu mazbatasını aldıktan sonra bunlarla ilgili incelemeler tekrar yapıldı.
ERDOĞAN’IN ETRAFINDAKİLERİ YANINDA TUTMAK İÇİN İSTANBUL’A İHTİYACI VAR
Az önce AKP’nin İstanbul ısrarı için “onlar açısından meselenin siyasi kısmı ekonomik kısmından daha önemli” demiştiniz. Oysa muhalifler tarafından yapılan değerlendirmelerin çoğunda büyükşehir belediyesinin önemli bir sermaye aktarım kaynağı olduğuna vurgu yapılıyor…
Elbette İstanbul’un ekonomik ve idari rantı çok önemli. Ama bundan çok daha önemli olan, İstanbul’un sembolik ve siyasi anlamı. Çünkü İstanbul’u kazanan siyasetler, bir sonraki süreçte Türkiye siyasetinde güçlü bir biçimde var olmuşlardır. Keza geçmişten bu yana, bir siyaset için İstanbul’u kaybetmek çöküş anlamına gelmiştir. Emin olun AKP ve özellikle Cumhurbaşkanı için de aynı anlam söz konusudur. O yüzden 31 Mart sonuçları kabullenilmemiştir. Sizin de gözlemlediğiniz gibi Erdoğan kendi kitlesinde neredeyse “yarı tanrısal” olarak görülen gücünü koruyabilmek için kaybetmediğini göstermek zorunda. Nitekim 31 Mart sonrasında etrafındakilere durun, nereye dağılıyorsunuz demek zorunda kaldı. Çünkü seçim sonucunu gören etrafındakilerin bir anda gevşeme, dağılma duygusuna girdiğini hissetti. Erdoğan’ın etrafındakileri yanında tutmak için İstanbul’a ihtiyacı var.
31 Mart akşamından itibaren Erdoğan, İstanbul’un kaybını kabullenmiş gibi görünüyor, büyükşehir için zafer ilan etmiyordu. Sizce Erdoğan’ı İstanbul’u geri almak için atağa geçiren ne oldu?
Seçim akşamına gelmeden önce, geçmişteki gibi İstanbul’u da bir oldu-bittiyle alacaklarını düşündüler. Seçim gecesi, hâlâ kaynağı belli olmayan Anadolu Ajansı’nın verilerin yüzde 96’sını 1,5 saatte girip, kendi sistemlerinde oylar başa baş geldiği anda veri girmeyi kesmesi bunun bir parçasıydı. Bizim elimizdeki veriler ve YSK veri girmeye başladığı anda, İmamoğlu önde olmasına rağmen Binali Yıldırım’ın panik halde çıkıp “kazandık” demesi, keza İstanbul il başkanlarının, veriler İmamoğlu’nu önde gösterdiği halde çıkıp “biz 3 bin 870 oyla kazandık” açıklaması yapması, ardından da apar-topar İstanbul sokaklarına “teşekkür” bilboardları giydirmeleri, “seçim gecesi bu işi bitireceğiz” niyetlerinin birer yansımasıydı.
Peki bunu niye o gece yapamadılar?
O gece için hesaplayamadıkları bir şey vardı. Biz 31 Mart seçimlerine hakikaten planlı, programlı ve ne yapılması gerektiğini bilir şekilde çalıştık. Islak imzalı tutanakların elimizde olması, seçim gecesi Ekrem Bey’in, bizim, il örgütümüzün, genel merkezimizin doğru bir şekilde yönetmesiyle AKP o gece işi bitiremedi. Oysa sabah çıkıp “atı alan Üsküdar’ı geçti” diyecek, geri kalan tüm itirazlar teferruat olacak ve işi bitireceklerdi. Fakat biz o gece oyları ve sandıkları koruyarak, oyunlarını bozduk.
ÖRGÜTÜMÜZÜ İSTANBUL’U KAZANABİLECEĞİMİZE 14 AY ÖNCE İNANDIRDIM
Peki 23 Haziran için tüm seçeneklere, olası manipülasyonlara hazır mısınız?
Fazlasıyla hazırız! Daha önce aklımıza gelmeyecek bir hileyi aklımıza getirdikleri için hazırız!
Peki neden önceki seçimlerde hazır değildiniz? Bunun özeleştirisini yapıyor musunuz?
Özeleştiriden ziyade bir tespit yapmak gerekiyor. İl başkanı seçildiğim günden itibaren, Amerika’yı yeniden keşfetmedik. Fakat bazı siyasi alışkanlıkların ötesine geçtik. İş olarak görülmeyen veya planlı, programlı, sistematik yapılmayan, yapılsa bile görünür olmayan bir takım işleri daha güzel planladık. En az onun kadar önemli olan şeylerden biri de, bütün örgütü 14 ay öncesinden İstanbul’u kazanabileceğimize inandırmamdı.
Nasıl inandırdınız?
Önce kendim inandım. Sahadan aldığım geribildirimler, yaptığım araştırmalar bu inancımı perçinledi. İnandığınız bir iş için planlı, programlı çalışırsanız kazanırsınız. Özeleştirimiz bu noktada olabilir. Zira bu iş geçmişte de daha planlı, daha sistematik yapılabilir, yapılan işler görünür kılınabilirmiş. CHP İstanbul örgütünün seçimde sandıklara sahip çıkmakla ilgili bir sıkıntısı yok. Ama birtakım görevlilerin eğitimi çok daha fazla önemsenebilirdi. İletişim, geribildirim mekanizmaları 31 Mart’ta olduğu gibi daha güçlü kılınabilirdi. 24 Haziran seçimlerinde de İstanbul’da sandık güvenliği, ıslak imzalı tutanakları toplama başarısı sağladık. Çünkü aynı mekanizmayla çalışmıştık. Ama 24 Haziran’da Türkiye genelinde, özellikle Doğu ve Güneydoğu’daki sandık yolsuzlukları, sonuçların oralarda geç aktarılması ve o geceki sürecin siyasi olarak doğru yönetilmemesi nedeniyle İstanbul’daki sandık sonuçlarının doğru toplandığı gerçeğinin görünür kılınamaması söz konusu oldu. Oysa biz 24 Haziran’da da İstanbul’daki bir tane oyun bile heba edilmesine izin vermemiştik. O gece de 11 tanesi hariç tüm ıslak imzalı tutanaklar elimdeydi. Fakat diğer süreçler bunun görünür olmasının önüne geçti. 31 Mart’ta hem sistemimizi iyi işlettik, hem o geceyi iyi yönettik, hem kampanya süreci boyunca iyi bir iletişim ağı oluşturduk. Seçimi kazandığımız için de bunların hepsi görünür oldu.
AKP İSTANBUL’U TEKRAR KAYBETTİĞİ AN ÇİL YAVRUSU GİBİ DAĞILIR
“İktidar ne yapar eder, 23 Haziran’da seçimi vermez” diyerek kimsenin aklına gelmeyen manipülasyonların devreye sokulabileceğine dair kuşkular dillendiriliyor. Sizce böyle bir yol var mı?
Hiçbir şekilde böyle bir yol yok. 31 Mart’tan önce “İstanbul’u saraydan alıp halka vereceğiz, halkın İstanbul’unu kuracağız” dediğimde İstanbullular da örgütümüzden de “başkanım bunlar ne yapar eder İstanbul’u alır” diyorlardı. 31 Mart’ta alamadılar, biz kazandık. Çalamadılar, İstanbul halkı kazandı.
Ama sonuçta YSK seçimi iptal etti.
Evet, YSK darbesiyle seçim iptal edildi ama en azından bu aleni oldu. 23 Haziran’da hiçbir şey yapamayacaklar. Çünkü İstanbul halkının iradesi Ekrem İmamoğlu’nun temsil ettiği anlayışı istiyor. Ne yaparlarsa yapsınlar, bu irade sandığa yansıyacak. Bu kadar net!
Peki AKP’nin İstanbul’u tekrar kaybetmesi geleceği açısından ne tür sonuçlar doğurur?
AKP İstanbul’u tekrar kaybettiği an çil yavrusu gibi dağılır. Çünkü onları çok uzun zamandır bir arada tutan tek şey Tayyip Erdoğan’ın yenilmezlik duygusu ve yarı tanrısal olarak algıladıkları siyasi gücü. İstanbul’u tekrar kaybettiklerinde o güç kaybolacak. Onları bir arada tutan bir diğer şey ise, ne yazık ki yıllardır oluşturdukları ekonomik rant. Bu rantı da yitirdiklerinde nasıl dağılacaklarını göreceksiniz.
Peki seçim iptali için yoğun çaba sarf eden MHP açısından kaybedişin sonucu ne olur?
MHP’yle ilgili bir şey söyleme ihtiyacı duymuyorum. Çünkü uzun zamandır AKP’nin koltuk değneği olmanın ötesinde hiçbir işlevi yok. AKP’yle beraber Türkiye siyasi tarihinde yerlerini alacaklardır.
GEZİ BU TOPRAKLARIN GÖRDÜĞÜ EN BARIŞÇIL VE SPONTANE HALK DİRENİŞİYDİ
31 Mart öncesi ve sonrasında şahsınıza ve partinize yönelik karşı propagandanın en önemli ayağı, HDP’yle, hatta Kandil’le beraber hareket ettiğinize yönelik iddialardı. Sizce iktidar 31 Mart’ta seçmende karşılık bulmayan bu söyleme 23 Haziran öncesinde tekrar başvurur mu?
Dediğiniz gibi, 31 Mart’ta bu söylemin bir karşılığı olmadığını gördüler. Az öne de söylediğim gibi vatandaş artık oluşturulmak istenen algıyla gerçekte olanları çok iyi ayrıştırıyor ve gerçeklere göre hareket ediyor. Üstelik bu işi o kadar absürt hale getirdiler ki, sözlerinin hiçbir hükmü kalmadı. Kendileri gibi düşünmeyen herkesi ve her kesimi terörist ilan eden bir iktidarın sözünün ne kadar hükmü kalabilir ki? Bugün ben, yarın muhalif bir gazeteci, başka bir gün bir akademisyen, sokaktaki vatandaştan pazarcıya kadar herkesin terörist ilan edildiği bir coğrafyada bu dilin karşılığının kalmadığını herkes gördü. HDP de halkın iradesiyle seçilmiş milletvekilleri tarafından parlamentoda temsil edilen bir partidir, Selahattin Demirtaş da halk iradesiyle seçilmiş bir milletvekilidir. Şahsıma yapılan saldırılar nedeniyle söylüyorum: Selahattin Demirtaş’la bir fotoğrafım var diye bana PKK’lı vs, diyorsanız, vatandaş bunu niye dediğinizi çok iyi görüyor. Halkın oylarıyla seçilmiş insanlarla fotoğraf vermek, bir siyasetçinin savunmaya bile gerek duymayacağı bir şeydir. HDP’li siyasetçiyle de fotoğraf verebilirim, AKP’li siyasetçilerle de bir araya gelip fotoğraf verebilirim. Bunlar üzerinden siyaseti kurgulayıp, algılar üzerinden insanları düşmanlaştırıyorlar. Bu hedef göstermeler üzerinden geçmişte kitlelerini konsolide edebiliyorlardı. Ama ben hem iş yerim hem de siyasi kimliğim nedeniyle farklı siyasi kimliklerle sürekli bir aradayım. Bu kadar hedef gösterdikleri, düşmanlaştırmaya çalıştıkları Canan Kaftancıoğlu’nu gidip bir de kendi mahallelerinde sorsunlar. Bakalım onların sözüne mi, yoksa ben ve benim gibilerin sözüne mi daha çok itimat gösteriliyor.
Size yönelik karşı kampanyanın bir ayağı da Gezi isyanı. İstanbul’taki seçim tekrarı sürecinin bir kısmı da Gezi’nin yıldönümüne denk geliyor. Gezi sizin açınızdan ne anlam ifade ediyor?
Gezi direnişi, siyasi görüşüne bakılmaksızın herkesin siyasi otoritenin yarattığı baskıdan nefes alamadığı bir dönemde yaşandı. O dönemde herkes, kendi nefes alamadığı alanında tepkisini haklı bir şekilde ifade etti. İnsanlar, politik bir ortaklık duygusu olmadan, sadece özgürlükleri için, artık yeter diyebilmek için o direnişi gerçekleştirdi. Gezi, bu toprakların gördüğü en barışçıl, spontane gelişmiş bir halk direnişiydi.
Gezi sırasında zayıf da olsa Erdoğan’la ihtilaflı küçük sinyaller veren başta Abdullah Gül olmak üzere şimdinin bazı “küskün” AKP’lileri, YSK’nın iptal kararına da yergiyle yaklaştı. Davutoğlu iptal kararından önce Erdoğan’ı MHP’yle ortaklığa son vermeye davet eden bir mektup yayınladı. Ali Babacan’ın yeni bir siyasi oluşumun başını çektiği ifade ediliyor.
Sizce AKP’nin küskünleri yeni bir siyasetin namzeti olabilir mi?
Bu türden fikir beyanların sağda yeni bir siyasi harekete cesaretin ifadesi olup olmadığını zaman gösterecek. Elbette bugün gösterdikleri tepkiler kıymetli ama iktidarın mevcut gücüne erişmesi için geçmişte yaptıklarını ayrıca uzun uzadıya tartışmak gerekir. Gezi döneminde zor kullanarak, gazlayarak, coplayarak insanlara müdahale eden polislerin çoğunun FETÖ’cü oldukları sonradan ortaya çıktı. O dönemin valisi, emniyet müdürü de FETÖ bağlamında yargılandı, tutuklandı. Gezi döneminde Abdullah Gül ve birkaç siyasetçi daha ılımlı bir yaklaşım sergiliyordu. Eğer o gün Erdoğan da doğru bir siyasi okumayla toplumun, oradaki vatandaşların Gezi Parkı’nda cisimleştirdikleri özgürlük talebini dinleseydi, süreci yaşanan hale getirmeseydi hiçbir sıkıntı yaşanmayacaktı. Fakat o dönem FETÖ’yle işbirliği yaparak Gezi sürecinin hem Türkiye hem de kendi siyasetlerine olumsuz yansımasına sebep oldular.
İMRALI GÖRÜŞMESİNİN KÜRTLERİN TERCİHİNİ DEĞİŞTİRMEYECEĞİNİ DÜŞÜNÜYORUM
Gezi döneminde Kürt meselesiyle ilgili “çözüm süreci” yeni başlamıştı. YSK’nın 6 Mayıs akşamı İstanbul seçimlerini iptal edişinden saatler önce, Abdullah Öcalan’ın avukatlarıyla 2 Mayıs’ta görüştürüldüğü açıklandı. Bu açıklamanın YSK kararından hemen önceye denk getirilmesi çok sayıda spekülasyona konu oldu. Bunların başında da Kürt hareketiyle AKP’nin anlaştığı ve Kürtlerin İstanbul seçimlerinde AKP’ye destek vereceği iddiası yer alıyordu. Sizce İmralı kapısının aralanması, İstanbul’daki Kürt seçmen üzerinde nasıl bir etki yaratır?
Sadece İstanbul için şunu söylemeliyim ki, AKP 16 milyon nüfusun çoğuyla gönül bağını koparmış durumda. Bu gönül bağını kopardıkları vatandaşlar arasında Kürtler de var. Bunun hem siyasi hem de yerel yönetimlerden kaynaklı gerekçeleri bulunuyor. AKP kendi iktidarını devam ettirmek dışında hiçbir kaygıya sahip olmadığı ve bunun için her şeyi araç olarak gördüğü için bu çerçevede Öcalan’la görüşe izin vermiş olabilir. Ama İstanbul’da yaşayan bütün vatandaşlarımız gibi Kürt vatandaşlarımızın da kesinlikle ve kesinlikle bu görüşme nedeniyle farklı bir davranış sergilemeyeceğini düşünüyorum. Farklı kimlikteki insanları demokrasi buluşturur, iş buluşturur, hakikat buluşturur. İstanbul ittifakı diye kavramsallaştırdığımız, adalet, eşitlik, özgürlük, demokrasi arayışında Kürt’ü, Türk’ü, Laz’ı, Arap’ı, tüm kimlikleri buluşturacak noktada Ekrem İmamoğlu ve onun şahsında CHP bulunuyor. Dolayısıyla İmralı görüşmesinin Kürtlerin oy davranışını değiştirmeyeceğini düşünüyorum. 23 Haziran’da da bunu göreceğiz.
Oy oranınızda nasıl bir değişim bekliyorsunuz peki?
Araştırma sonuçları henüz elimize geçmedi ama Ekrem İmamoğlu aday olarak çıktığında tanınırlığı yüzde 16’daydı. Hiç takiye yapmadan, onu sosyal demokrat kimliğiyle İstanbul halkına anlatarak sandıktan çıkmasını sağladık. İptal kararını, Ekrem İmamoğlu’nu ve yapacaklarını İstanbul halkına anlatmak için ilave bir 45 günlük süre kazanımı olarak değerlendiriyorum. Bu süre, İmamoğlu’nun oylarının katlanarak artmasına vesile olacak.