Bugün 3 Kasım.
Bundan tam 19 sene önce, 2002 senesinin 3 Kasım günü bu ülkede bir ihtilal yaşandı.
Seçimin ertesi gün sabahı iktidara yakın, yanaşma, yandaş, yılışık, yalancı ve besleme medyanın “Amiral Gemisi” konumundaki SABAH Gazetesi’nin manşeti, “Anadolu İhtilali” şeklindeydi.
Evet… Doğruydu…
“Anadolu”sunu bilemem de, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gerçekten de “ihtilal” niteliğinde değişimlerin başlangıcını işaretleyen bir gündü 3 Kasım 2002. Hemen öncesinde, bir “Benzemezler Koalisyonu” hükümetinin Başbakanı Rahmetli Bülent Ecevit’in sağlık durumu üzerinde hemen her gün bir spekülasyonun ülkeye yayıldığı ve hem fiili hem de siyasi olarak raf ömrünü tamamladığı anlaşılan bir siyasi kadro vardı o sırada iktidarda. Bugünkü koalisyonunda ortağı olan MHP’nin, “Tamam artık anahtarları bırakıyoruz. Gelin paspasın altından alın” demesi üzerine alınmış bir seçim kararı, ülkeyi o “ihtilal”e hazırlamıştı.
İhtilali gerçekleştirenler, “eski gömleklerini çıkarıp”, ülkeyi bambaşka bir anlayışla yöneteceklerine dair adeta kutsal kitaba el basacak kadar kamuoyunu ikna etmeye çabaladılar. Yeminler ettiler, salavatlar getirdiler. İddialı sözler verdiler. Bu sözleri ve tabii ki (bir kesimin saf saf inandığı ama sonradan ortaya çıkan) yalanları ile toplumun önemli bir bölümünü de ikna ettiler. Bu yolla peşpeşe çok sayıda seçim de kazandılar.
Daha iktidara gelir gelmez, bu ülkenin vatanseverlerine yönelik, kurucu önder ATATÜRK’ün izinden yürüyenlere yönelik bir toplu temizlik harekatı başlattılar. İktidar ortakları FETÖ alçağı ile birlikte, bir dizi kumpas davası açarak, önlerine gelen vatanseveri zindanlarda süründürmeye yeminli (bugün bile devam eden) bir süreç başlattılar. Türk Silahlı Kuvvetlerini, dışişlerini, mülkiyeyi, tüm kamu birimlerini bu kumpasçı teşkilata teslim ederek, emellerine ulaştılar. Dinbaz – faşist ATATÜRK ve Cumhuriet düşmanı FETÖ’cü alçaklara “ne istedilerse” verdiler.
Hayatlar, kariyerler söndürdüler. Buldozerle geçtiler bir (hatta birkaç) nesil vatanseverin.
En önemli iddiaları (yalanları) 3Y ile mücadeleydi.
Yolsuzluk… Daha önceki yolsuzlara nazire niteliğinde “Destanlar” yazdılar bu konuda. Başarı sayılırsa, “Dünya yolsuzluk ligi”nde, şampiyonluktan şampiyonluğa koşturdular ülkeyi. Ya da tersten bakarsak, “Temizlik Ligi”nde küme düşürdüler.
Yoksulluk… İşsizliği kronik boyutalra ulaştırarak, bu ülkenin milli para birimini pula çevirerek, derin hem de depderin bir yoksulluk yarattılar. Çalışan nüfusun neredeyse yarısının asgari ücrete (kölelik – açlık düzeyinin de altında bir ücret) mahkum edildiği, emekçilerin sömürüdün inim inim inlediği, çocukların ve tüm ailelerin yataklara karınları guruldayarak girdiği bir ülke yarattılar.
Yasaklar… Bunları tanıyanların daha ilk gün söylediği ve uyardığı üzere, ama tanımayanların veya kolay kananların saf saf inandığı üzere, “yasak”tan kastettikleri tek şeyin “Başörtüsü uygulaması” olduğunu kanıtladılar. Bir siyasi simge olarak, zorla ve inatla, “kamusal alanda uygulanan başörtüsü yasağı”nı geri getirmek için sıkı bir savaş verip sonunda başarılı oldular. Yasak kalktı. Ama bir tek o yasak kalktı. Onun dışında, yeni yeni pek çok yasak hakim oldu bu ülkede. En başta da ağzını açabilme, kalemini kımıldatabilme, eleştirebilme, düşünebilme, özerk üniversitelerde okuyabilme ve bilimsel çalışma yapabilme yasakları. Hoşlarına gitmeyen iki kişinin bile biraraya gelip halay çekmesine izin verilmediği bir iklim oluşturdular. 2013 yazındaki Şanlı Gezi Direnişi, bu anlamda “feleklerini şaşırttı” ama, aradan geçen 8 yılda, uçan kuştan, vızıldayan sinekten bile bu direnişin intikamını aldılar. Almaya da devam ediyorlar. Hapishaneleri, kendilerinden olmayan aldın, gazeteci, akademisyen, yazar – çizer ve sendikacı ile ağzın akadar doldurdular.
Bu 3 temel “Y’nin” yanına bir de ilave şampiyonluk (bonus diyelim) eklediler.
Yalan…
Yüzde 90’ından fazlasını kendilerine bağımlı kıldıkları, yandaş iş insanlarının cebine milletin (kamu bankalarının) parasını sokuşturarak oluşturduklarına kendilerine bağımlı “Besleme” havuz medyası ile, yine milletin trilyonlarını kullanarak oluşturdukları 24 saat çalışan profesyonel yalan üretim ve propaganda birimleri ile, yalanın doruklarına çıktılar. Sınır da tanımadan her gün yeni bir doruk noktasında dolaşıyorlar.
Hukuk ayaklar altına alıp, tamamen kendilerine bağımlı bir adalet sistemini, 2010’daki “Mini ihtilal” ile, FETÖ’nün de yardımı ile tesis ettiler. Pennsylvania’lı Ağlak Vaiz’in bile bas bas bağırarak duyurduğu bu “ek ihtilal”e, (bir kısmı kendini kurtlu kaşar ihtilalci olarak pazarlayan) yetmez ama evetçi aymazların desteği de, gözyaşartıcıydı.
Sonunda tüm ülkenin gözleri yaşarmaya başladı. Anayasa Mahkemesi kararları bile alt derecede hakimler tarafından siyasetçiler tarafından tanınmamaya, en basit mahkeme kararlarına, dinci-faşist-yandaş vakıf oğlanları tarafından direnilmeye başlandı. Mekan kapılarında, deyim yerindeyse mahkeme kararlarının üzerinde tepinilir oldu. Hem de iktidarın polisi desteği ile.
Dış politikayı “Görüşecek – görüşmeyecek – yaşasın kabul etti - görüştü – hem de bana gülümsedi” başarılarından(!) medet umar seviyeye düşürdüler. Bölükler, taburlar dolusu vatan evladı, maceracı ve gözü kör dış politika hamleleri uğruna, yine her zamanki gibi çamurlu sokaklardaki sıvasız evlerden kalkan tabutların içinde şehadete uğurlandı. O tabutlara dirsekler dayanılıp hamasi nutuklarla, şehit ana babalarına “ne mutlu size” denildi, utanmadan.
Yedi düvelle kavgalı hale getirdiler memleketi. En başta da komşularımızla. Tüm komşularımızla.
Memleketin salak liboş tayfasının aval aval bakarak inandığı bir “Avrupa Birliği” rüyası yaşattılar bu ülkeye. Birkaç yıl süren tatlı bir rüya. Aklı başında kimsenin yemediği ama, “Özgürlükler genişleyecek, Kürt sorununu bile çözeceğiz, tam üye olacağız Kur’an çarpsın ki…” yalanları ile bezeli bu rüya cook uzun sürmedi tabii.
Eğitimi neredeyse 50 sene geriye, sağlık sistemini bir avuç müteahhiti zengin edecek duruma getirdiler. İnsanlara, adeta 1970’lerin SSK kliniklerini aratır hale geldiler. Dünyayı kasıp kavuran pandeminin, Türkiye’yi “Daha fazla kasıp kavurmasına” neden olacak başıbozuk politikalara imza attılar.
Yedi düvele borçlu hale getirilen ülkeyi, üstelik de yine yabancı para üzerinden, bir avuç ayrıcalıklı, aç gözlü, utanmaz müteahhitin eline esir ettiler.
Kara para aklama, kirli para ve uyuşturucu trafiği yüzünden, küme üstüne küme düşmeye başladık ve devam da ediyoruz. Gri listelerin de altına, kara listelere doğru hızla aşağı yönde ilerler olduk.
Ve…
Bütün bunlar doruk noktasına ulaşmış durumda iken, tam da doğum gününde, “İhtilalin lideri”nin sağlık durumu ile ilgili çıkan olumsuz söylentiler, borsanın tepetaklak olması. Dövizin yeniden fırlaması, sosyal medyanın çalkalanması üzerine, bugün öğle saatlerinde apar topar görüntüler yayınlanmaya başladı.
“Vallahi liderimiz sapasağlam. Ekmek Kur’an çarpsın ki bir şeyi yok. İki gözüm önüme aksın ki, yürüyebiliyor” tadında görüntüler ekranlara yansıtıldı propaganda birimleri ve “Saray Erkânı” tarafından.
Yine yandaşlara yeminler ettirildi “İzindeyiz, Yoluna ölürüz” türküleri – marşları ile. Yiğitler. Koçerolar en başta en önde görünmek için çırpındılar adeta.
Ne doğum günü ama, değil mi?
Bir ihtilalin doğum günü, bu yıl da böyle eda edildi.