BIST 100 9.550 DOLAR 34,54 EURO 35,98 ALTIN 3.008,16
17° İstanbul
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyon
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkari
  • Hatay
  • Isparta
  • İçel
  • İstanbul
  • İzmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce

Bir cinayet davası kaç para?

Türkiye derinleşen bir ekonomik krizde. Bu da dış politikada iktidarın uzun bir süredir kenara attığı diplomasiyi zorunlu hale getirdi.

Ekonomistler uzun süredir ekonomide yokuş aşağı giden Türkiye’nin önce yapısal reformlar yapması gerektiğini söylüyor. Hatta bu yüzden dönemin Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak bu konuyu tiye almaya çalışmıştı. Sosyal medyanın diline düşen “Yapısal reformlar, yapısal reformlar… Neymiş Bu yapısal reformlar?” cümlesini kurmuştu.

Ekonomistler aslında netti. Yapısal reformların önemli noktası hukuk devletine dönüş, demokratikleşmeydi. Hukukun bağımsızlığı yeniden tesis edilmeli ve kuvvetler ayrılığı sağlanmalıydı. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle daha da zarar gören devlet kurumları işler hale gelmeliydi.

Krizin Dayattığı Diplomasi

Dış politikada bu biraz görünür oldu. Özellikle de Rusya’nın Ukrayna’yı işgal sürecinde. Türkiye, özel konumunu kullanarak Batı ile Rusya arasında denge politikası yürüttü. Yürütmek zorundaydı çünkü Türkiye iki ülkeye de gıda ticareti konusunda bağımlı. Aynı durum enerjide de var. Savaş derinleşen yoksulluğu artıracaktı.

Diğer yanda Doğu Akdeniz’deki yalnızlığın getirdiği zararlar da görüldü. “Katil” Sisi’ye zeytin dalı uzatıldı.

İktidar bir yanda dış politikadaki sıkışmışlıktan kurtulmak istiyor, diğer yanda da ekonomik sorunları yine sadece parayla çözmeye çalışıyor. Amaç maddi kaynaklardan olmamak ve yeni kaynaklardan yararlanmaya çalışmak.

“Darbeci” Birleşik Arap Emirlikleri bu yüzden yeniden “kardeş” ülke oldu.

Yapısal Reform Dışında Her Şey

Ekonomik durumu düzeltmek için iktidar devletin kasasına yükleniyor, dışarıdaki yalnızlığını hafifletmeye çalışıyor, hala ithalata güveniyor. Hatta savaşı ucuz ithalat için bir fırsat olarak bile görüyor. Bunu da Abdülkadir Selvi’nin yazısında görüyoruz. Selvi’ye göre Erdoğan, AKP Milletvekillerine “Rusya’ya uygulanan ambargoya Türkiye’nin katılmadığını belirterek, ‘Bu yıl gıda ürünlerini daha uygun fiyattan ithal edebiliriz’ diyor.”

Dış politikadaki mengene gevşemeye başladı. ABD, F-35 programından çıkarılan Türkiye’nin “Bari F-16 verin” isteğine yeşil ışık yaktı. NATO üyesi olmasına rağmen Türkiye’nin coğrafi özelliklerinden dolayı sahip olduğu manevra alanı ABD için önemli. ABD’nin de desteğiyle Türkiye, Avrupa ile ilişkilerini nispeten düzeltmeye başlayabilir. Kim bilir, belki AB üyeliği yeniden konuşulmaya başlanır.

Ancak ekonomiyi düzeltmek için gerçekten gereken şeyler ortada yok. Hukuk bağımsız değil ve kuvvetler ayrılığı hala geçmişten yankılanan nostaljik bir nağme. Bir de Merkez Bankası meselesi ve “Yeni Ekonomi Programı” var tabii...

3 Mart 2021’de Cumhurbaşkanı Erdoğan İnsan Hakları Eylem planını açıklamıştı. Yargı reformunun bir parçasıydı bu eylem planı. Ama ortaya gerçek bir inisiyatif konulmadı. Örneğin Osman Kavala, AİHM kararına rağmen hala içeride. Gezi davasında yargılanıyor. Ancak casusluk dosyası kapsamında tutuklu.

İktidarın bu adımları atmaya niyeti de yok. Sorunun çözümünü başka yerde arıyor.

Her yol Mübah, Demokratikleşme Hariç

Cemal Kaşıkçı davası da bunun son örneği.

Davanın Suudi Arabistan’a devri gündeme geldiğinde “Para için cinayetin üzeri mi örtülüyor?” diye sormuştum. Aslında retorik bir soruydu. Gittikçe kötüleşen ekonomiyi düzeltmek için diplomaside atılan “normalleşme” adımlarından biriydi sadece.

Eski Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ruşen Gültekin’e göre cinayetin işlendiği Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu, büyükelçilikler gibi uluslararası hukukla korunan bir alan değil. Ancak en başından öyle yürütülmüştü soruşturma. Yani Erdoğan “cinayetin hesabı sorulacak” derken, Gültekin’e göre soruşturmada hatalar yapıldı. Bilinçli bir tercih miydi, bilinmez.

Karara itiraz edildi ancak davanın Suudi Arabistan’a devredilmeyeceğini düşünen yoktur muhtemelen. İstanbul’un ortasında göz göre göre işlenen bir cinayet davası kapatılıyor. Daha önce de belirttiğim gibi bundan sonra Suudi Arabistan’la imzalanacak ticaret ve SWAP anlaşmaları sürpriz olmayacaktır.

İktidar ekonomideki durumu düzeltmek için hukukun üstünlüğünü sağlamak yerine, uzmanlara göre hukuku yine kendi siyasi amaçları için kullanmayı tercih etti. Anlaşılan seçimden önce ekonomiyi rahatlatmak için her yol mübah, bir tek demokratikleşme değil.