Kurucu Yüce Önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ün kullandığı son derece yerinde bir tanımlama ile “Bu En Büyük Bayram”ımızı, yine karmaşık duygular içinde kutladık.
Aslında iktidara geldiklerinden bu yana, ATATÜRK Cumhuriyeti’ni yıkmaya yeminli bir kadro olduklarını hiç gizlemeyen, gizlemeye yeltendikleri zaman bile bunu beceremeyen bir zihniyetin ve bu zihniyetteki kadroların ürünü olan pek çok rahatsız edici unsura tanık olduk.
Geçtiğimiz 20 yıl içinde, zaman zaman milli bayramlarda (nedense?) sık sık “baş ağırısı, diş ağrısı, kulak ağrısı, mide bulantısı” bahanesi ile Anıtkabir ziyaretlerini “pas geçenler” mi görmedik, resm-i geçitleri ve askeri törenleri “Gereksiz görüp iptal edenler” mi? olur olmaz gerekçelerle resepsiyonları programa almayanlar mı?.. Bin türlü yöntemle, milli bayramlarımızın içini boşaltmaya çalışmanın bin bir örneğini sergilediler.
Bir Diyanet İşleri Başkanı var bu ülkenin, meselâ…
Her vesile ile camilerde okutulan Cuma hutbesinde, akla gelebilecek her türlü güncel “tema”ya vurgu yapmasına rağmen, bu yıl Cuma’ya denk gelen Cumhuriyet Bayramımız’da, bu ülkenin kurucu harcını karan Mustafa Kemal ATATÜRK ve silah-dava arkadaşlarının isimlerini zikretmeyi nedense “akıl” edemedi. O Diyanet İşleri Başkanı ki, Ayasofya Camii’nde Mustafa Kemal’e küfür eden alçağı bile çekip de “Sen ne yapıyorsun?” diyememiş bir garip bürokrat.
Ama, Yüce Önder’e karşı yapılmış o tarihi alçaklık, Türkiye Cumhuriyeti’nin en üst makamında oturan kişinin huzurunda yapılabildiğine göre, Diyanet Başkanı’nın bu tavrını da yadırgamadık tabii.
Anıtkabir ziyareti ve Cumhuriyet Baramı etkinliklerine, nereden nasıl bir “abukluk” karıştıralım diye de adeta anlaşılmaz bir uğraş içindelerdi bu sene.
Malum “10 büyükelçi krizi”ni, sözü ona “büyümeden aşma” çabalarını konuştuğumuz şu günlerde, bir yandan Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu “Kıraathane muhabbeti” havasında, “Tutmasalardı çok fena yapıyordum. Elimizden zor aldılar herifleri” söylemine başvururken, önemli bir protokol gafı olarak “Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına davet etmeme” kararı ile “söndürülmesi gereken bir krizin üzerine benzin dökmeyi” tercih etti. Bir ülkenin “Cumhuriyet Bayramı” dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi o ülkenin en önemli “Milli Günü”dür. Böyle bir günde, aralarında ABD, Almanya, Kanada, Hollanda, Fransa gibi çok önemli NATO müttefiklerinin de bulunduğu ülke temsilcilerini “kapı dışında” bırakmak, öfkeyi ve kini sıcak tutmak demektir. Yani bir anlamda “Kapı dışarı edemedik ama, kutlamalarımızda kapının dışında tutarak bir ders verdik” gibi çiğ bir davranış, Türkiye Cumhuriyeti gibi büyük bir devlete yakışmaz.
Sonra, Avrupa Konseyi’nin ve Avrupalı kurumların yaklaşmakta olan kritik toplantılarında “bu kavgayı sürdürmeyip barışçıl bir tavır takınmalarını” bekleme hakkını yitirirsin. Hele hele ABD ile “Randevu verdi vermedi. Roma olmadı inşallah Glasgow olur” sancısı içinde iken, hangi akl-ı evvelin kararıdır bu “Bayrama çağırmama” kararı? Gerçekten merak ediyorum.
Yine, Bayramı bulandıran bir başka tavır da, Anıtkabir’deki törenlere basın mensuplarının “seçilerek” alınması ve “hoşa gitmeyen” basın yayın organlarına ambargo uygulanmasıydı. Cumhuriyet, ANKA Haber Ajansı, FOX TV gibi kurumların, Anıtkabir’e sokulmamasını kimse izah edemez. Basın özgürlüğüne indirilen bir darbe olmasını bir yana bırakın, baskıcı anlayışı ile giderek eriyen itibarına bir kendi kendine vurduğu bir darbe anlamına da gelir.
İnsan diyecek bir söz bulamıyor.
Aslında diyecek çok şey var da… Şu kadarını söyleyerek, şimdilik bırakalım rafa bu dosyayı:
Giderayak her konuda olduğu gibi, iyice yönünü şaşırmış, panik ve telaş ve en kötüsü de “kin ve nefret” duygusu ile alınan kararlar, yapılan icraat, sağa sola gereksiz atar ve giderler.
Bütün bunlar, gidişi önleyemeyecek. Göreceksiniz.
Bu toplumu böldüğünüz, parçaladığınız. Bu Cumhuriyet’in temellerini sarsmak için yaptıklarınız yetmiyormuş gibi, husumet ve sürtüşmeleri daha da körükleyici davranışlar içine girerek, hem içeride hem de dışarıda “Arkanızdan iki çift söz söyleyecek kimse bırakmamanın” gayreti içinde görünüyorsunuz.
Siz bilirsiniz.
Geliyor gelmekte olan.
Sandık ortaya gelende, takkeler düşecek keller görünecek nasıl olsa..