CHP MYK toplantısı devam ederken toplantının gündemine ilişkin basın açıklaması yapan Parti Sözcüsü Deniz Yücel, gündeme ilişkin bilgi paylaştı. “Albert Camus’nun ‘Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın’ sözünün kulaklarımızda çınladığı bir hafta geçirdik. Geçen hafta İzmir’deki sağanak yağışta iki vatandaşımızı trajik bir şekilde kaybettik. 21’inci yüzyılda böyle bir ölümü, elbette hiçbir vatandaşımız hak etmiyor" diyen Yücel şunları söyledi:
"Hepimizi kahreden bu olayın meydana gelmesinde kusuru ya da ihmali olanlar titizlikle araştırılmalı ve yargı önünde hesap vermeleri sağlanmalıdır. Hayatını kaybeden vatandaşlarımızın ailelerine sözümüz var: Ucu nereye dokunursa dokunsun, adli ve idari soruşturmaların sonuna kadar takipçisi olacağız. Her ne kadar kaybettiğimiz iki vatandaşımızı geri getirmeyecek olsa da sorumluların en ağır cezayı alması, bu tip olayların bir daha yaşanmasını önleyecek, en azından tekrarlanmaması açısından caydırıcı olacaktır. Bu ve benzeri olaylarla ilgili Grup Başkanvekillerimiz dün TBMM’de, bir araştırma komisyonu kurulmasını istediler. Savcılığın yürüttüğü soruşturmanın haricinde, olayın çok yönlü bir şekilde araştırılarak bu elim ve vahim olayın meydana gelmesinde kimin ihmali, kimin dahli var tespit edilmesi için milletin meclisinin çalışmasını istediler. Ancak dün, AKP ve MHP oylarıyla bu önerge reddedildi. Özge Ceren Deniz ve İnanç Öktemay'a bir kez daha Allah'tan rahmet, ailelerine başsağlığı ve sabır diliyoruz. Yine pazartesi günü, Çeşme’de çıkan yangında hayatını kaybeden Mesut Coşkunöz, Hilmi Coşkunöz ve Mine Elmas’a Allah’tan rahmet, ailelerine baş sağlığı ve sabır diliyoruz."
15 Temmuz darbe girişimine değinen Yücel şöyle devam etti:
"Türkiye’nin demokrasi tarihine kara bir leke olarak geçen 15 Temmuz hain darbe girişiminin üzerinden tam sekiz sene geçti. O gece, devletin silahları FETÖ’cü hainler tarafından vatandaşlarımıza doğrultuldu. Devletin uçakları, tankları milletimizin üzerine, TBMM’ye bombalar yağdırdı. 251 vatandaşımız FETÖ’cü hainler tarafından şehit edildi, 2 bin 194 vatandaşımız gazi oldu. Birilerinin sınırsız iktidar hırsı, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde (TSK), emniyet teşkilatında, adliyede, milli eğitimde ve devletin daha birçok kurumunda ağır bir tahribata ve toplumda on yıllar boyunca tamir edilmesi mümkün olmayan ağır bir travmaya neden oldu. Vatandaşlarımızın canına, milletimizin egemenliğine, demokrasimize ve anayasal düzenimize kast ederek darbe girişiminde bulunan hainler kadar o hainlerin devletin kılcal damarlarında yuvalanmasına izin vererek 15 Temmuz’a göz yumanlar ve zemin hazırlayanlar da suçludur.
‘Ne istediler de vermedik. Dön artık, bitsin bu hasret. 15 Temmuz Allah’ın bir lütfudur’ diyenleri unutmadık. Fethullah Gülen’i, ‘Bu ülkenin, bu milletin yetiştirdiği değerli bir kıymettir’ diyerek TBMM kürsüsünden övenleri unutmadık. Gazetecileri, siyasileri, akademisyenleri, bu ülkenin aydınlarını, TSK’nın onurlu şerefli, haysiyetli, vatansever ve Atatürkçü subaylarını Silivri zindanlarına mahkûm eden Ergenekon, Balyoz, Askeri casusluk gibi kumpas davalarına alkış tutanları unutmadık. Darbeye giden yolu, AKP iktidarı açmıştır ve bu hiçkimse için sır değildir. 15 Temmuz hain darbe girişimi başta milletimizin, TSK’nın ve emniyet teşkilatımızın Atatürkçü ve vatansever mensuplarının ve siyasilerin kararlı duruşu sayesinde başarıya ulaşamadı. Ancak 20 Temmuz’da, demokrasimize karşı bir sivil darbe gerçekleştirildi ve ne yazık ki o darbe amacına ulaştı, istediğini elde etti.
Darbe girişiminin hemen ardından 20 Temmuz 2016'da ilan edilen, yedi kez uzatılan, tam iki sene süren OHAL süreci başladı. OHAL sürecinde Türkiye’de büyük bir hukuk katliamı yaşandı. Darbecilerle mücadele için çıkarılan her KHK, muhalif düşünen herkesi ‘darbeci’ diye yaftalayan bir cadı avına dönüştü. Üzerinden sekiz yıl geçmesine rağmen devletin en önemli kurumlarının başında hala FETÖ bağlantısı olan kişilerin olduğunu, on binlerce masum insanı günah keçisi yapan AKP iktidarının bu süreci hukuk dışına çıkarak yönettiğini bir kez daha görüyoruz. Başta CHP olmak üzere bu yanlışa yanlış diyen herkes, darbeyle ve darbecilerle mücadeleye karşı olmakla suçlandı. Daha da ileri gidildi, darbeci olmakla suçlandı.
OHAL boyunca, iki yılda toplam 36 KHK yayınlandı. Çıkarılan KHK’lar darbeyle mücadeleden o kadar uzaktı ki evlilik programları bu KHK’lar ile yasaklandı. Kış lastiklerine dair düzenlemeler bu KHK’larla yapıldı. Milletvekilimiz Enis Berberoğlu işte bu dönemde tutuklandı. Selahattin Demirtaş OHAL döneminde tutuklandı. Kayyım süreçleri OHAL döneminde başladı. Cezaevindeki gazeteci sayısında Türkiye, dünyada bir numaraya yükseldi. Cezaevlerinde yaşanan işkence ve kötü muamele olaylarını tüm dünya duydu. 130 binden fazla kişi, çıkarılan KHK'larla kamudaki görevlerinden ihraç edildi. OHAL şartlarında bir referandum, bir cumhurbaşkanlığı, bir de genel seçim yapıldı. Mühürsüz oyların geçerli sayıldığı, demokrasi tarihimize kara bir leke olarak geçen bu referandum oylaması, OHAL döneminde gerçekleşti. O, ‘tek adam sistemi’ ya da ‘saray rejimi’ diyerek hep eleştirdiğimiz Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine OHAL döneminde geçildi. AKP iktidarı, OHAL’i hukuk dışı uygulamalarına bir kılıf olarak kullandı.
FETÖ ile bağlantılı olmasa da olduğu iddia edilen bir çok kişi haksız, hukuksuz ve kanıtsız bir şekilde gözaltına alındı ve tutuklandı. Birçok masum vatandaşımız mağdur edildi. Aralarında gazeteciler, akademisyenler ve siyasetçiler gibi toplumun farklı kesimlerinden isimler vardı. Sözde adaletin sağlanması adına yürütülen bu süreçte, hukukun üstünlüğü ilkesine riayet edilmedi. Biz CHP olarak her türlü darbenin karşısında olduk, olmaya devam ediyoruz. Demokrasimize ve hukukun üstünlüğüne olan bağlılığımızı bir kez daha vurguluyoruz. Bu vesileyle 15 Temmuz şehitlerimizi rahmetle ve minnetle anıyor, gazilerimize şükranlarımızı sunuyor ve Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti şeyhlerin, dervişlerin, müritlerin ve mensupların memleketi olamaz. En doğru tarikat, medeniyet tarikatıdır’ sözünü bir kez daha ibretle hatırlıyoruz.
Kışlaya siyaset girdiğinde neler olduğunu 2016’da acı bir şekilde tecrübe ettik. Şimdi bir kez daha söylüyoruz: TSK, Türk milleti için kutsal ve dokunulmazdır. Ne zaman bir şehit haberi alsak 85 milyon yurttaşımız, bu acıyı yüreğinin en derininde yaşar. Biliriz ki asker herkesin askeri. Aynı şey emniyet teşkilatımız, polis teşkilatımız için de geçerli. Geçtiğimiz gün, Özel Harekât Daire Başkanı Süleyman Karadeniz’in bir siyasi parti liderinin elini öpmesi, üstelik bu yakışıksız hareketi üzerinde kamuflajıyla yapması toplumu rahatsız etti. İnsan, ‘Neden’ sorusunu sormaktan kendini alamıyor. Bazı meslekler vardır ki kafanıza göre hareket edemezsiniz. O üniforma bize, bu vatan için can vermiş evlatlarımızı hatırlatıyor. Bu şekilde görmek istemezdik. Büyük bir talihsizlikti. Herkesin siyasi görüşü olabilir, herkes bir siyasi partiye, lidere sempati duyabilir, gönül verebilir. Bunu anlarız, bu hiçbirimizi ilgilendirmez. Ama devletin silahlı gücünü temsil eden, devletin üniformasını giyen bir kişi, bir siyasi parti liderinin elini öpüyorsa bu durum en basitinden onun bu makamın ağırlığını, önemini, ciddiyetini kavrayamadığı gösterir. Nasıl ki Yargıtay Başkanı, Erdoğan ile çay topladığında bunu doğru bulmadıysak, ‘Asker, polis, bürokratlar, yargın mensupları… Bunlar iktidarın değil, devletin görevlileridir’ dediysek bugün de aynı noktadayız. Polis de devletin polisidir ama o Devlet’in değil.
Meclis’te yoğun bir gündem var. Öğretmenlik Mesleği Kanunu, 9’uncu Yargı Paketi ve kamuda tasarruf önlemleri Meclis’in gündeminde. Yine uzun bir süredir konuşulan sokak hayvanlarıyla ilgili teklifin komisyon süreci ise bugün başladı. Bütün bunların içinde, vatandaşın en önemli gündemi ve sorunu olan hayat pahalılığına hangisi çözüm getiriyor, ekonomik sıkıntıları biraz olsun hangisi hafifletiyor diye sorarsanız hiç birisi. AKP, Öğretmenlik Mesleği Kanunu diye öyle bir kanun teklifi getirdi ki neresinden tutsanız elinizde kalacak bir teklif. Öğretmenlik unvanını gasp eden, insan yetiştirmek gibi son derece önemli bu mesleği itibarsızlaştıran, eğitimcilere sözde eğitim vermeyi yasalaştırmaya çalışan bu teklife sonuna kadar direneceğiz. Yarın, saat 10.00'da, Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel'in katılımıyla ‘Eğitim Maratonu’na başlıyoruz. Okul öncesi eğitim, ilköğretim, orta öğretim, yüksek öğretim, mesleki eğitim, laik ve bilimsel eğitim, nitelikli ve kamusal eğitim, müfredat, atanmayan öğretmenler ve Öğretmenlik Mesleği Kanunu gibi 24 başlıkta, partimizin eğitimin can alıcı başlıklarındaki tutumunu, alanda çalışan uzmanların, akademisyenlerin görüşleri ve sendikaların çalışmalarıyla hep birlikte belirleyeceğiz. Toplumun ortak paydası olan eğitim konusunda, 100 kadar konuşmacıyla CHP’nin öncülüğünde bir ilk gerçekleşecek. Eğitimin gerçek paydaşlarının Ankara’dan yükselteceği bu gür ve güçlü ses belki birilerine de yol gösterici olacak.
Eğitim demişken milli eğitimi Atatürkçü ve laik çizgiden uzaklaştırmak için her yolu deneyen; öğretmenleri, öğrencileri ve velileri yok sayan, tarikat sevdalısı Yusuf Tekin, CHP’nin laiklik anlayışını eleştirmiş. Bana bak Yusuf Tekin, CHP’nin adını ağzına alırken en az iki kere düşüneceksin. Laikliği ağzına alırken az iki kere düşüneceksin. Laiklik kim, sen kim? Sen ancak tarikatları bilirsin. Sen ancak yobazlığı bilirsin. Sen ancak küçücük körpe beyinleri, bağnaz düşüncelerle doldurmayı bilirsin. Sen ancak laik eğitimin altına dinamit koymayı bilirsin. Eğitimi Atatürk ilkelerinden, laik ve çağdaş bilim ve eğitim esaslarından saptırdığında her seferinde karşında bizi bulacaksın.
Neresinden tutsanız elimizde kalacak bir diğer teklif ise 9’uncu Yargı Paketi. Ortada trajikomik bir tablo var. AKP’nin 2019 yılından bu yana, ‘yargıda reform’ diye yutturmaya çalıştığı hiçbir teklifte, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı adına tek bir olumlu adım yok. Aksine yargıya güveni daha da zayıflatacak pek çok uygulamanın önü açıldı. Her seferinde kazanılmış hakları tırpanlayan, mahkeme kararlarını yok sayan düzenlemeleri reform diye yutturmaya çalışıyorlar. Son gelen teklif de böyle... Anayasa Mahkemesi (AYM), kadının soyadıyla ilgili düzenlemeyi, Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle 22 Şubat 2023 tarihinde iptal etti. İptal kararından 17 ay sonra, AKP’nin Meclis’e getirdiği yeni düzenleme, bir sözcük farkıyla iptal edilen düzenlemenin aynısı. Kendi iktidarını sürdürmek için hukuk tanımayan, yeri geldiğinde terör örgütleriyle kol kola giren, yeri geldiğinde terör örgütleriyle masaya oturan AKP nedense bizi hiç şaşırtmıyor. Anayasa’ya, AYM kararlarına, tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmelere aykırı olduğunu bile bile yüksek mahkemeye meydan okurcasına aynı düzenlemeyi yeniden Meclis’e getiriyorlar. Kadının evlenmeden önceki soyadını kullanmasının aile birliğine nasıl bir zararı olabilir? Buna makul ve mantıklı bir cevap verilebilir mi? Elbette hayır. Kadını birey olarak görmeyen, evlenmeden önceki soyadını kullanmasını bile kısıtlayan bu anlayışın getirdiği düzenlemelerle yargıda reform yapılacağına inanacağız öyle mi?
Yargıda reform yapılacağına inanmamız beklenen bu ülkede, Ankara'nın göbeğinde bir suikast sonucu öldürülen Sinan Ateş davasında, 18 ayda iddianame hazırlamayan savcı, yargılamanın 18’inci gününde esas hakkındaki mütalaasını açıklayacak. Yargıda reform yapılacağına inanmamız beklenen bu ülkede, organize suç örgütü lideri olmaktan yargılanan bir kişinin eski Adalet Bakanına 400 bin euro rüşvet verdiği iddia ediliyor. Ülkede bunlar olurken AYM kararını yok saydığınız bu teklifle yargıdaki reformlarınıza dokuzuncusunu eklediniz öyle mi? Hadi oradan.
“Sokakta yaşayan hayvanları ölüme mahkûm etmek için hazırlanan yasa teklifine karşı oyumuzun ‘hayır’ olacağını kamuoyuyla paylaşıyoruz”
Bu ülkede yaşamak çok zor. Hem insanlar hem de hayvanlar için… Sokak hayvanlarına ötanazi yolunu açan yasa teklifi, tüm itirazlara rağmen ‘biz ne dersek o olur’ anlayışıyla geçtiğimiz cuma Meclis Başkanlığı’na sunuldu. 17 maddelik bu katliam metniyle belediyelere kuduz, bulaşıcı hastalık veya tedavi edilemez hastalığı bulunan ya da sahiplenilmesi yasak olan hayvanlara ötenazi yapma, yani bu hayvanları öldürme yetkisi veriliyor. Sahipsiz hayvan popülasyonunun kamu güvenliği açısından tehdit oluşturması halinde sağlıklı hayvanlara da ötanazi yapılmasının yolu açılıyor. Sokak hayvanlarının yaşam hakkı, tıpkı bizler gibi kutsal ve dokunulmazdır. İnsan olmanın en büyük sorumluluğu, her canlının yaşamını korumak ve savunmaktır. Buradan da herkese duyurmak istediğimiz şey: Sahipsiz sokak hayvanlarına yönelik ötanazi uygulamasını CHP’li hiçbir belediye kabul etmeyecek ve uygulamayacaktır. Sokak hayvanlarının yaşam hakkını sonuna kadar savunmaya devam edeceğiz. Öte yandan ötanazi uygulamasını yerel yönetimlerin üzerine yıkma çabalarından da anlıyoruz ki CHP’li belediyelerin çokluğunu fırsata çevirmeye çalışıyorlar. Akılları sıra elimizi kana bulayacaklarını zannediyorlar. Avuçlarını yalarlar, bizi kendileriyle karıştırmasınlar. CHP olarak Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel’in de belirttiği gibi, bu yasayla ilgili olarak kırmızı alarmdayız. Kısırlaştırma, aşılatma ve yerinde yaşatma konusunda atılacak tüm adımları destekliyoruz. ‘Kısırlaştır, aşılat, yerinde yaşat’ diyoruz ve sokakta yaşayan hayvanları esarete ve ölüme mahkûm etmek için hazırlanan yasa teklifine karşı oyumuzun ‘hayır’ olacağını tüm kamuoyuyla paylaşıyoruz.
‘En düşük emekli maaşı 10 bin TL olacak, 2024’ü Emekliler Yılı ilan ediyoruz.’ Bu cümleyi çok değil, sadece altı ay önce Cumhurbaşkanı Erdoğan büyük bir müjde verir gibi söyledi. Bir müjde de altı ay sonra geldi. En düşük emekli maaşı, 2 bin 500 liralık zamla 12 bin 500 lira oldu. Emekliye yapılan 2 bin 500 liralık zammı yarım milyon liralık saat takan isimler açıkladı. Bu müthiş zammı, sanki bu parayla emeklilerimiz dünya turuna çıkabileceklermiş gibi anlattılar. İki arkadaşları daha bir hafta önce Bodrum'da bir akşam yemeğine tam 168 bin lira ödemişti. Emekliler de bu maaş artışıyla sofra kuramaz oldular. Bakın, emeklilere reva görülen bu 2 bin 500 liralık zam en hafif tabiriyle insafsızlıktır, vicdansızlıktır. Kendileri saraylarda, milyonlarca liralık makam araçlarıyla, çifter çifter maaşlarla sefa sürerlerken emeklilere reva gördükleri 2 bin 500 lira zamla, onlara adeta ‘Siz yaşamayın’ diyorlar. CHP’nin iktidara çağrısıdır: Verdiğiniz 12 bin 500 liralık emekli maaşını emekliler nasıl harcasın, neye yetirsin kalem kalem açıklasınlar. Verin o iki arkadaşa 12 bin 500 lirayı ya da saraydan herhangi bir kişi seçsinler, 12 bin 500 lirayla bir ay boyunca kirasını, faturalarını ödesin, mutfak masraflarını karşılasın, geçinsin ve deneyimlerini tek tek not alsın ve kamuoyuyla paylşasın.
Emekli, günlük kaç gram ekmek yesin, hangi günler et yesin ya da yiyebilir mi? Günlük kaç dakika elektrik açsın, kaç kere yıkansın? Artık emeklileri ‘maaş kullanma kılavuzuna’ muhtaç hale getirdiniz. Onlar ne yapacaklarını bilemez haldeler. AKP iktidarı, bu paranın nasıl harcanacağını bi tarif etsin de emekliler görsün. Bu 2 bin 500 lira sadece bir rakam değil, insana verilen değerdir. Bu 2 bin 500 lira, yaş almış vatandaşlarımızın ölüm fermanıdır. Biz, ‘En düşük emekli maaşı en az asgari ücret kadar olmalı’ dedikçe inat eder gibi emekliyi açlıkla sınıyorlar. Biz, ‘Emekli vatandaşlarımıza refah payı verilmeli’ dedikçe hiç utanmadan adeta sus payı vermeye çalışıyorlar. Bu insanlar yıllarca, canından dişinden artırarak prim ödediler, siz yiyesiniz diye öyle mi? Yazık ettiniz emeklilerimize. Hiç utanmıyorsunuz değil mi bir akşam yemeği paranızı emeklilere ‘geçinin’ diye vermeye? Elinizi attığınız her şey mi adaletsiz olur? Birinin kök maaşı 6 bin, diğerinin 10 bin ama ikisinin de aldıkları maaş 12 bin 500 lira. Bu mu sizin adaletiniz? Birinin ödediği pirim 9 bin, 35 yıl ödemiş; diğerinin 6 bin ama aldıkları maaş 12 bin 500. Bu mu sizin adaletiniz? Ne demiştik, ‘Geçim olmazsa seçim olur.’ Anlaşılan erken seçim şart oldu. Zengini kayıran, yoksulu sömüren bu düzen son bulana kadar buradayız. Mücadeleye devam edeceğiz. Emeklinin, emekçinin, çiftçinin, üreticinin, esnafın rahat bir nefes alacağı en yakın gün, CHP iktidarının ilk günüdür."
Sözcü Deniz Yücel, “Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan ile ilgili kararınız ne oldu” sorusunu şöyle yanıtladı:
“Bolu Beleidye Başkanımız Tanju Özcan’ın geçtiğimiz hafta önceki Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ile ilgili sosyal medyadan yaptığı eleştiri sınırlarını aşan paylaşımı konusunda bir açıklama yapmıştık. Bu kullanılan ifadelerin doğru olmadığını, yakışıksız olduğunu ifade ettik ve bu durumun partimizin yetkili kurullarında değerlendirilecek ve bu konuda bir karar verileceğini ifade etmiştik. MYK toplantımızın gündem maddelerinden biri de buydu. Sayın Tanju Özcan'ın MYK kararıyla, MYK'mızın oybirliğiyle almış olduğu kararla Tüzüğümüzün 68/3-c madddesi uyarınca kınama cezasıyla cezalandırılmak üzere Yüksek Disiplin Kurulu (YDK)'na sevkine karar verilmiştir."