Gündem Bilim Teknoloji Spor Dünya Ekonomi Siyaset Sağlık Eğitim Kültür Sanat Magazin Yaşam Reklam Künye Gizlilik Sözleşmesi İletişim
Yazılım ve Tasarım: Bilgin Pro © 2024KRT TV Tüm Hakları Saklıdır

Amerika, Popülizmin Sonunu Getirir mi?

Tulin DALOĞLU

Dört kör çocuğu almışlar bir filin etrafına koymuşlar. Çocuklar, fil nedir bilmiyorlar. El yordamı anlamaya çalışmışlar. Her biri başka bir şey söylemiş ama fil diyen çıkmamış. Bizler de olayları anlamaya çalışırken “bütünü göremediğimizi” baştan teslim edebilsek, ve mesele her ne ise kendi algımızın, kendi bilgi dağarcığımızın sınırları çerçevesinde ancak konuya yaklaşabildiğimizi ve bunun kaçınılmaz bir gerçek olduğunu kabul etsek; olduğumuzun ötesinde kendimize ulvi anlamlar yüklemesek ve bunun neticesinde ne kendi fikirlerimizi çok sahiplenip sabitlensek, ne de kritik düşünebilme yetimizi kendimiz sabote etsek... Keşke kör dört çocuğun yaptığı gibi olanı anlama çabasını çocuk saflığında sürdürebilecek kadar her daim özgür olabilsek...

Özgürlerin Ülkesi diye bilinen Amerika Birleşik Devletleri’nde bile böylesi bir özgürlük kalmamış gibi gözüküyor. Lafı anlamından çok mu uzaklaştırmış olurum bilemedim ama gerçek anlamda özgür olabilen bir insana bir dogmayı, bir ideolojiyi veya bir yalanı yutturabilmeniz (!) çok kolay olmasa gerek. Özgür olan, ezberden, kalıplardan beslenmez. Sorgulayabilme yetisini ise bir başkasına asla emanet etmez. Aklınızı kaçırtmak istermişçesine her bildiğinizi sorgular olma haline gelmekten bahsetmiyorum; kitlesel hareketlerin veya toplu dayatılan kuramların, geleneklerin ötesinde bir dünya veya bir gerçek olduğuna uyanık olma halinden bahsediyorum. Sürüklenmek yerine, samimi olarak olanı anlamaya çalışan bir çabaya sahip olabilmeyi anlatıyorum. Hani İngilizce’de bir laf vardır ya “to think outside the box;” birebir Türkçe’ye çevirirseniz “kutunun dışında düşünmek” de diyebilirsiniz. Daha makul Türkçe çevirisi “alışılmışın dışına çıkabilmek” de olur sanırım. Ve fakat ister kutu deyin ister alışılmış sınırlar, bunların hepsi insanın kendi zihninin sınırlarının ötesinde düşünebildiği oranda olanı daha isabetli görebileceğini; daha isabetli anlayabileceğini vurgular.

AMERİKAN KONGRESİ'NE SALDIRANLAR KİMLERDİ?

Amerikan Kongresi’ne saldıranlar belli ki kendilerince özgür olduklarını düşünüyorlardı. Yazık ki onlar da özgürlüğe yamanmış bir çok olumsuz yargı gibi, en özgür olduklarına inandıkları anda belki de en dar kafayla kurgulanmış bir kapanın tuzağına yakalandılar. Yarın görevde son günü olan Amerikan Başkanı Donald J. Trump’ın, bir yılı aşkın süredir daha seçim sandığı ortaya konmadan iddia ettiği gibi seçimin çalındığına saplandılar. Ya da “seçim çalındı hapını” yuttular. Sistem Trump’ı mağdur etmişti; onlar da ne pahasına olursa olsun bu sisteme boyun eğmeyeceklerdi. Videosu ortalıkta çok dolandığından belki anımsarsınız. Orta yaşlarda balık etli bir kadın. “Devrim yapmaya gitmiştik, bize biber gazı sıktılar,” diye hayıflanıyordu. Seyrederken güldük, ama konuşan insanın nasıl bir düşünce sisteminden geldiğine dair de ipucumuz oldu. Teksas’ta tutuklanan emlakçı bir başka kadın da Trump’ın görevi devir teslim yapmadan – kalkışmaya karışmış her birini, başkana verilmiş yürütme yetkisi ile affetmesi -- çağrısında bulunurken belki de yine aynı düşünce sistemine temas ediyordu. Ve belki de bu karakterler için sistem gerçekten kötüydü; sistem diledikleri gibi yaşayabilme haklarını ellerinden çalıyordu ki her ne pahasına olursa olsun buna artık bir son vermeliydiler.

Meksika sınırına yapılan duvar, onlar için özgürlüğün kapısıydı belki. Amerikan rüyasını gerçekten rüyaları dışında yaşayabileceklerine artık inanmıyorlardı belki; belki kendilerinden farklı olan her şeye karşıydılar – renk teninden tutun da dilin aksanına varıncaya kadar, ki kılık kıyafet konusunu söylemeye gerek bile görmüyorum. Tüm bu farklılıklar belki de onların elinden maaş çeklerini çalıyordu; istedikleri kadar eğitim almış olsunlar, akla sığmayacak kadar çok çalışkan olsunlar, yine de bir şans kapılarını çalmadıkça ay başından ay sonuna bir bütçeyi çevirmek ve çoğu zaman da bir dolu şeye seyirci kalmaya mahkumdular. Belki de eyaletinin ötesine hiç seyahat etmemiş bir çok Amerikalı, böylesi bir seyahati yaptıktan sonra ki takip eden aylarda ödemesi gereken faturalardan kaçındığı için gezmiyordu. Bu, başka nice örnekle de beslediğinizde beyaz ırkın üstünlüğünü savunan radikalleşmiş küçük bir kitlenin ötesinde paylaşılan ve dikkatli nüanslarla ırkçılık sınırından da dönebilen serzenişlerin merkez üssü bile olabilir. Ama daha önemlisi, insanlar belki de gerçekten istedikleri yaşamı yaşayamadıkları fikrine kapılıp, saplanıp, kontrolden çıkmışlardı. İçinden çıkılmaz bir açmazın içinde hissediyorlardı kendilerini. Salgının bunaltısı bir tarafta artık bir refah toplumunda yaşadıklarına ilişkin ellerinde somut bir dayanak kalmamıştı belki.

Şiddete karışmış olanların düşünce çemberinde uçuk kaçık yer edinebilen bu gibi açmazları daha makul ifadelerle paylaşan kitlelerin var olduğu ve dünyaya hükmedelim derken Amerikan toplumunun da mağduriyet zehrinden içtiği eğer bir gerçekse ve bu durumun – Demokrat veya Cumhuriyetçi – gözetmeksizin paylaşıldığı bir olgu ise, toplumsal kırılmanın daha da ayrışmadan yeniden bir ahenge gelebilmesi için devletin neler yapması gerektiğine belki de daha ciddi bir bilinçle bakılınabilir. Kongre’de olanlar her ne kadar büyük skandal da olsa, belki de bu görünen buzdağının sadece en tepe noktasında bir kıvrımdır! O garip kılığı ile Senato’da Şaman edasıyla uluyan adamın ya da Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin ofisini yağmalayıp, masasının üzerine ayaklarını uzatıp poz veren karakterin dayandıkları çığlığa belki şiddete karışmadan katılan kim bilir kaç kişi daha vardır.

TRUMP CESARETLENDİRMESE KALKIŞMA OLMAZDI

Bu gibi enteresan karakterler her toplumda illa ki vardır. Ama bunların böylesi bir kalkışma yapabilmeleri için cesaretlendirilmeleri gerekir. Trump, Temsilciler Meclisi’nde ikinciye azledildiğinde Kongre üyelerinin seksen küsur sayfada hızla derledikleri ithamlardan - altı en kalın çizilmiş olanlarından biri de - tam da buydu. Trump, halkı, söylemleri ile kalkışmaya davet etmek ile suçlanmıştı ve suçlu da bulundu... kendi partisinden 10 vekil de dahil olmak üzere bu kanaate vardı. Hem de Cumhuriyetçi partinin ağır toplarından, Temsilciler Meclisi’nde protokol sırasında en kıdemli 3üncü Cumhuriyetçi parti vekili Liz Chenney başta olmak üzere. Babası Dick Chenney, oğul Bush döneminde başkan yardımcısı idi.

Trump gibi popülist liderler insanoğlunun ayarları ile öylesine oynadılar ki doğru ve yanlış şaştı; 1984’ün ekosu kıvamı kelimelerin içeriği boşaltıldı mı desek ve/ya Hannah Arendt’in dediği gibi kötülük sıradanlaştırıldı mı, seçin-beğenin-alın büyük düşüncenin popülist kılavuzdaki karşılığını... Kendilerinden öte büyük düşünebilme yetilerine sahip olduklarını iddia eden bu seçilmişler, söylemlerine biraz da doğru veri kırpıntıları katarak öylesine şahane çarpıtma sanatında etüt ettiler ki önleri jet hızıyla stratosfere kadar açıldı. Belki son günlerde unutuldu ama bir ara Trump, iki yüzyılı aşmış Amerikan siyasi sisteminde bir başkana getirilen en fazla iki dönem ve toplam sekiz yıl hizmet sınırını dahi genişletmeyi düşünmüştü; düşünmekle de kalmamıştı, kamunun kulağına lafı sızdırmıştı. Yaşına bakarsak, görevde iken ölmenin fantezisini mi kuruyordu bilinmez...

Pazartesi günü Dünya ve Biz programımda Sabancı Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu (https://www.youtube.com/watch?v=Pbn6dbEh1e8&feature=youtu.be) isabetli bir hatırlatma yaptı. Amerikan Anayasası’na yapılan birinci değişiklik, halkın seçilmişlere ağzına ne gelirse söyleme özgürlüğünü verirken; devleti temsil edenlere böyle bir hakkı tanımıyor, dedi. Açmak gerekirse, seçilmişlerin, halkı, doğru bilgilendirme gibi hukuki bir sorumlulukları vardır. Siyasetçilerin siyaset yapma pratikleri, Mask filminde Jim Carrey’nin avukatlık mesleğini yalancılıkla denklemesi gibi içinden çıkılmaz bir kördüğüme döndürmüş olsa da mesleğin mazide kalmış tanımlarından birinde kamuyu doğru bilgilendirmek sorumluluğu kesinlikle vardı. Ama siyaset zaman içinde erkeklerin hegemonyasında “kirli” bir meslek dalı oldu. Yeni seçilmiş Amerikan Başkanı Joe Biden ise siyaseti, yeniden, “temiz” adına kavuşturmayı vaat ediyor.

BİDEN TOPLUMU YENİDEN BARIŞTIRABİLECEK Mİ?

Yarınki yemin töreninde halkı birleştirici, yumuşak bir konuşma yapması öngörülüyor Biden’ın. Önce toplumun gerilim toplamış damarlarının biraz rahatlatılması, biraz devlet otoritesi ile tanışması gerekecek. Adalet Bakanlığı, Kongre’de ki şiddete karışmış her bir kişiyi yargının önüne getireceklerini net şekilde ifade ederken; tutuklananları da tek tek kendi resmi sayfasında ek bir sayfa açarak kamuyla paylaşıyor. Adalete güvenin temelinde şeffaflık olduğu vurgusunu açıktan sergilercesine. Bunu Trump hala başkanken yapıyorlar, Biden’la birlikte bu vurgu anlaşılan daha da güçlenecek... ve devletin yapısını ve kurumlarını yıkmanın değil, güçlendirmenin esas alındığı vurgulanacak gibi duruyor... Suçlamaların şu ana kadar ki gözüken kısmında bir darbe ithamı dikkat çekmiyor ama hükümet binasına izinsiz giriş ve kamu malına zarar vermek ve Kongre üyelerinin can güvenliğini tehdit etmek, var. Yargılamaların hepsi, başkent Washington’da bölge mahkemesinde yapılacak gibi duruyor.

Trump’ın Amerikan Yüksek Mahkemesine atadığı 3 yargıç dahil Trump’ın avukatlarının yüce mahkemeye taşıdığı dosyada seçime hile karıştığına dair kanıt olduğuna ikna olmadıklarından davayı görmeyi baştan reddetmişlerken... Seçim sonuçlarına itiraz edilen eyalet mahkemelerinde, davaya bakanların arasında Cumhuriyetçi parti ataması ile işinin başında olan hakimler de olmasına rağmen buradan bir sonuç çıkmamışken... Trump seçmeninin %74’ü hala seçimi Biden’ın kazandığına inanmadığını söylüyor. “Seçim çalındı hapını” yuttuktan sonra antikoru keşfettikleri için değil belki ama içlerindeki biriken öfkenin ortaya çıkartabileceği yıkımla karşılaşınca belki korktuklarından da Trump’ın onanma oranı da tarihi bir rekorla dibe vuruyor. Ama bu varılan açmazda herkes kendi payına düşen sorumluluğu görmezse ve sadece bir insanı suçlayarak bu işin içinden çıkılabileceğini düşünürse, bu karanlık dehliz daha zifiri karanlığın karası bile olmayabilir.

POPÜLİZM NASIL BİTİRİLİR?

Siyasi yalan tutkusunun, manipülasyon sevdasının, insanları nasıl kontrolden çıkarttığını biliyoruz artık. Ki zaten biliyorduk da yine hatırladık. Dünyanın popülist liderleri Trump’tan elbette kendilerince bir çıkarım yapmışlardır. Ama asıl şov şimdi başlıyor. Eğer ki önümüzdeki dört yıl için Demokrat parti Amerika’sı – yani siyaseten Beyaz Saray, ve Kongre’nin iki kanadında çoğunluğu elinde bulunduran partinin Amerika’sı, Cumhuriyetçilerin “fili” kaybettikten sonra yeniden keşfetmelerine izin verecek soluğu bırakabilirse, kendini yeniden yaratması için alan açabilirse ve fakat aynı zamanda popülist siyasetten hızla uzaklaştığını kanıtlar adımlar atar ve güçler ayrılığının gereğini kibre düşmeden; düşeni yok etme dürtüsü ile cezalandırma hırsına kapılmadan ve hukukun üstünlüğünü - yeni adetler keşfetme dürtüsüne yenilmeden - yerine getirmeyi rehber tutarak sağlayabilirse, Demokratlar da kendilerini yinelemiş olabilirler ve Amerika yeniden örnek olarak dünyaya liderlik edebilme fırsatını yakalayabilir. Hani bugünlerde Amerikan Kongresi’ni koca bir Hollywood setine çevirenler, senaryonun sonunda neye aracı olduklarını gördüklerinde belki küçük dillerini bile yutabilirler (!) İyiye doğru umutlu olmak her zaman tercih edilen olmalıdır. Biden’ın omuzlarına binmiş bu sorumlulukta yazılan senaryonun, dileyelim sonu, böylesine nefes kesen bir noktayla tamamlansın ve dünyanın geri kalan popülist zehrini yutmuş toplumları da bundan kendi paydasına düşeni anlayıp, yeni sayfa açabilsin. İşte böylesi bir süreci hep birlikte adım adım izlemek heyecan verici olacaktır diye düşünüyorum; aksine kelime heba etmek dahi gelmiyor içimden.

- - - - -