Sosyal Demokrasi Vakfı Başkanı (SODEV) ve AKSOY Araştırma Şirketi'nin kurucusu Ertan Aksoy, Cumhuriyet gazetesine özel yazısında kapsamlı bir gündem değerlendirmesinde bulundu.
Aksoy'un yazısı şu şekilde:
Siyaset, Türkiye’de ve gelişmekte olan birçok ülkede kaynak transferinin en önemli araçlarından biri. Kaynak transferi dediğimizde sadece kamucu bir politika ile yaratılan değerden yoksula aktarılan bir kaynak transferini kastetmiyorum. Belki en az bunun kadar yaygın olan, kamu kaynaklarının siyasetçilere ve siyasetçileri etrafında bulunan yan kadrolarına aktarımını kastediyorum.
Türkiye’de siyaset, kentli ailelerden çok, ağırlıklı olarak Anadolu’dan kente göçmüş ailelerin çocukları tarafından yapılmaktadır. Parti liderlerini, kurmay kadrolarını incelediğinizde, çoğunlukla bu sosyolojiden gelen profilleri görürsünüz. Bu kadroların kimi inancına, kimliğine dair bir travmasının hesaplaşmasını siyaset üzerinden güder, kimi de ekonomik imkanlara ve güce erişim içindi siyaseti bir alan olarak görür. Bir de ideolojiye dayalı, bir dünya hayalinin peşinden koşan, toplumdan yana bir çaba harcayanlar vardır ki, bana göre en değerli olanlar da onlardır. Buna geçmişten verebileceğimiz en iyi örneklerden birinin Kamer Genç olduğuna inanıyorum;
Zenginleşmedi…
Bir siyasal inancı vardı…
Ve son nefesine kadar ona bağlı kaldı...
Siyasetçi profilleri içinde en olumsuz olanları, en kaba haliyle siyaseti zenginleşme aracı olarak görenlerdir. Bu grup, genelde etik sınırları olmayan, amaca ulaşmak için her şeyi detay olarak kabul eden profillerden oluşmaktadır. Bu tür siyasetçileri oturup inceleyecek olsanız, önemli bir kısmı eğitimi, zekası, mesleki becerisi vb. rasyonel kriterler ile bir iş mülakatına alınsa, bugün ortalama ücretin altında bir rakama işe alınabilecekken, siyasetin verdiği kamusal görevi sayesinde 500-600 milyonluk bütçeleri yönetebilmektedir. Bu aradaki devasa rakamsal fark, genelde bu profilleri “politik hayvan”a dönüştürmektedir. Zekası ve yeteneklerinin ona çizdiği tarihsel sınırın çok ötesine geçme imkanını siyaset sağladığı için, siyasal başarı adına yapılacak her şey mubahtır;
Gerekirse yolsuzluk…
Gerekirse adam kayırma…
Gerekirse yalan…
Gerekirse üstlere insan onuruna yakışmayacak bir yalakalık hali…
Özetle ne gerekirse…
Belki bu durumdan daha olumsuz olanın, verili halin toplumun önemli bir grubu tarafından kanıksanmış olduğunu ifade etmek isterim. Toplumda söylem düzeyinde itiraz yüksek olmakla birlikte, siyasetçilerin yolsuzlukları ne oy tercihini etkilemektedir ne de siyasetçilere olan gönül bağında bir zayıflama, bakışında bir olumsuzluk yaratmaktadır. Buna dair en çarpıcı örneklerden biri, geçmiş yıllarda yapılan milletvekillerine bakışı anlamaya çalışan bir araştırmadır. Araştırmada “milletvekili deyince aklınıza ne geliyor?” sorusu açık uçlu olarak sorulmuştur. Yanıtlar arasında rüşvet, yolsuzluk, adam kayırma, yalan vb. birçok olumsuz ifade ilk sıralarda çıkmakta. Fakat araştırmanın devamında, “kızınızın bir milletvekili ile evlenmesini ister misiniz?” sorusuna önemli bir kısmı evet yanıtını vermekte. Gelin bu olumsuz bakışa rağmen, neden evet denildiğinin temel sebeplerinden birin,i bizim bu hafta sorduğumuz bir sorunun yanıtında arayalım. “Sizce Türkiye’de siyasete giren birinin başına aşağıdakilerden hangisinin gelmesi daha olasıdır?” diye sorduk. Yanıtları aşağıdaki gibi.
Görüldüğü üzere temel beklenti, siyasete girenin zenginleşeceği yönünde. Toplumun yüzde 88’i siyasete girenin zenginleşeceğini düşünüyor. Bu oran AKP seçmeninde yüzde 83,9, MHP seçmeninde yüzde 86,3.
Gelişmekte olan ülkelerde siyasetin siyasetçilere sağladığı güç, gelişmiş ülkelerin siyasetçilerine sağladığı gücün çok üzerinde. Üstelik bu gücünden kaynaklı dokunulmazlık hali sadece siyasetteyken değil görevinden ayrıldıktan sonra da devam etmektedir. Örneğin, bir belediye başkanı görev süresi bitince yeni dönem için aday gösterilmiyor. Herkes neden gösterilmediğini soruyor. Alınan yanıt, “yolsuzluk yaptığı için gösterilmedi”, oluyor. Fakat aynı kişinin ne görevdeyken ne de görevini bıraktıktan sonra herhangi bir incelemeye veya hukuki sürece tabi olmadığını görüyorsunuz. Tabi bu dokunulmazlık hali yolsuzluklar konusunda geçerli. Aynı kişinin yolsuzluk yapmayıp, siyasi rakibine diktatör demesi ise, onu iktidarın savcılarının mahkeme salonlarında, iktidarın gazetecilerinin ise köşelerinde yargılamasına yol açıyor. Türkiye siyasal tarihinde düşünce suçu ekonomik suçlardan daima büyük oldu. Toplum da bunu bildiği için yolsuzluk yapanın yanına kalacağına inanıyor. Yine bu hafta “Türkiye’de yolsuzluk yapan biri ne ile karşılaşır?” diye sorduk. Birlikte inceleyelim.
Yolsuzluk yapanın gerekli cezayı alacağına inananların oranı yüzde 23,5, yaptığı yolsuzluğun yanına kalacağına inananların oranı yüzde 76,5.
İlk seçimde iktidar değişecek ve seçimi biz kazanacağız. Önümüzde, yüzümüzün akıyla çıkacağımıza inandığım önemli bir sınav olacak;
Bugünkü iktidara benzemeyeceğiz.
Evrensel standartlarda bir hukuku ülkemize kazandıracağız.
Ancak bu sayede düşünceyi özgürleştirirken, yolsuzlukları yönetenlerin de, toplumdan çaldıklarının hesabını bağımsız mahkemelerde vermelerinin önünü açacağız.
İnancımızın omuzlarımıza yüklediği tarihsel sorumlulukla, sola, sosyal demokrasiye inanmış insanlar olarak bunu başarmak zorundayız.
Ertan Aksoy
ertanaksoy@gmail.com