Birgün gazetesinden Uğur Şahin İBB CHP Grup Başkanvekili Doğan Subaşı ile görüştü. Subaşı, “Belediyenin neredeyse her hizmeti birer kazanç kapısına dönüştürülmüş. Vakıflara yapılan yardımlar, israfın en belirgin ve toplum için en çarpıcı örneklerinden biri. Tabii bunun dışında da örnekler var” diyor.
İBB seçimini kazanmış olmanıza rağmen Meclis’te çoğunluk AKP’de… Bu durum partinizin çalışmalarını olumsuz etkilemeyecek mi? CHP Grup Başkanvekili olarak neler düşünüyorsunuz?
Geçen 5 yıllık dönemde İBB Meclisi’ndeki kararların yaklaşık yüzde 75’i oybirliğiyle geçmişti. Peki, yüzde 25 neden oybirliğiyle geçmedi? Eğer geçmiş 5 yılda bizim karşı çıktığımız konulara bakarsınız, bunların büyük çoğunluğunun o zamanki yerel iktidarın politik tercihleriyle ilgili konular olduğunu görürsünüz. Örneğin, öğrenci yurtlarının belirli vakıflara tahsisi, parsel bazında belirli imar artışları… Biz bunlara ‘hayır’ diyeceğiz tabii ki. AKP’nin bu gibi hususlarda partizan davrandığını düşünüyoruz. Biz partizan davranmayacağımız için bu konularda bir sorun çıkacağını düşünmüyorum.
Artık yurttaşların Meclis toplantılarına büyük bir ilgi gösterdiğini görüyoruz. Bu durum 25 yıllık halktan uzak, katılımcı olmayan bir yönetimin sonucu diye düşünüyorum. Siz bu görüşe katılır mısınız? Bu ilgiyi neye bağlıyorsunuz?
Yerel yönetimde 25, genelde 18 yıllık tek bir partinin iktidarı var. Tabii ki Türkiye büyük ve çoğulcu bir ülke. Dolayısıyla bu çoğulculuk siyasete de yansıyor ama tek adam, tek parti üzerinden giderek, bu çoğulculuğu tekelleştirmeye çalışıyor. Toplum bu anlayıştan bıktı, bize yönelik ilginin kaynağında bu var. İlgi gören sadece bizim Meclis çalışmaları değil ki. Muhalif kanallar, muhalif medya kanalları ve muhalif sosyal medya hesapları da ilgi görüyor. Toplumun bize yönelik ilgisini sadece katılımcılık değil, öğrenme süreci olarak da görüyorum.
Nasıl bir belediye devralındı? Şimdi bir kıyaslama yapsanız, eski dönem ile yeni dönemin en belirgin farkı ne olacak?
Bence partizanlık ve israf… Geçmiş dönemle bizim aramızdaki en önemli fark bu. Öncelikle biz partizan davranmayacağız. Ne yapsak kabul görüyor, halk bize oy veriyor diye düşündükleri için iyice pervasızlaşmışlar. Dolayısıyla, belediyenin neredeyse her hizmeti birer kazanç kapısına dönüştürülmüş. Vakıflara yapılan yardımlar, israfın en belirgin ve toplum için en çarpıcı örneklerinden biri. 100 bin TL’ye yapacağın şeyi, 300 bin TL’ye yapmak; gereksiz yere iş yapmak, belki ihtiyaç sıralamasında 20’nci sırada olacak şeyi, 1’inci ihtiyaçmış gibi çözmeyi düşünmek… Toplumun ihtiyaçlarına yüzünü çevirmiş bir belediye anlayışı olacak.
AKP’liler, Tayfun Kahraman ismi üzerinden Gezi’ye yüklendi. Sizin de AKP Gup Başkanvekili Tevfik Göksu’ya yönelik sarf ettiğiniz, “Gezi olayları değil, Gezi Direnişi diyeceksiniz” sözü kamuoyunda geniş yer buldu. Sizden tekrar dinlemek istiyoruz: Gezi neydi?
Tayfun Kahraman bir akademisyen ve mesleki anlamında kendini kanıtlamış bir insan… Arkadaşlar bunu hiç dikkate almadan, kalkıyorlar, ‘Gezi’nin liderlerinden biriydi, siz onu buraya getirdiniz’ diyor. Tüm bunları da söylerken, Gezi’den basit bir kriminal olay gibi bahsediyorlar. Ben biraz buna tepki gösterdim. İşin tuhafı, bu ‘Gezi olayı’ ifadesi toplumda yaygınlık kazanmaya da başladı. Gezi bir olay falan değildir. 8 milyon insan Türkiye’nin 81 ilinin 80’inde demokratik bir şekilde sokağa çıkmış. Dolayısıyla bu duruma kriminalize edilmiş bir olay gibi bakamazsınız. Gezi bence halkın özgüvenini sağlayan bir hareket… Anayasa Referandumu’nda İstanbul’dan yüzde 52 ‘hayır’ çıktı. Bu yerel seçimin kazanılması; bütün bunlar biraz da Gezi’nin sonucu… Ülkemizde bugün yaşanan olumlu gelişmelerin hepsinin başlangıcı aslında Gezi. “Bu daha başlangıç” denilmiyor muydu? Başlangıç işte. Küçümsenmesi, kriminal bir olay gibi söz edilmesi, beni biraz üzüyor ve doğrusu öfkelendiriyor da.
DAHA ÇOK KAYBEDECEKLER
İBB Sözcüsü Murat Ongun, İBB’nin AKP döneminde İmamoğlu aleyhine yazı yazan bir yazarın internet sitesine reklam verildiğini duyurdu. İktidara yakın medyanın çarpıtmaları sürerken, siz konuya dair neler söylersiniz?
Artık bunu o kadar çok abarttılar ki, AKP yetkilileri bile bundan şikâyet etmeye başladı. Ben 31 Mart’tan sonra yapılan bir söyleşide, ‘Bu tutumları nedeniyle kaybettiler, bu tutumlarını devam ettirdikleri için 23 Haziran’da da kaybedecekler’ dedim. Şimdi bu tutumlarını aynen devam ettiriyorlar ve daha çok kaybedecekler. Belediyede uyguladıkları partizanlığı basında da uyguluyorlar. Her gün birilerini linç ediyor, itibar cellatlığı yapıyorlar. Özgür ve bağımsız medyanın var olması ülkenin geleceği için çok önemli. Özellikle BirGün gibi gazeteler de halkın haber alma hakkını ve gerçekleri öğrenme hakkını sağlama konusunda son derece önemli işlevler görüyor.
Tartışma demişken, kayyum atamalarını nasıl yorumluyorsunuz? Siz bu ihtimali İstanbul için hiç düşündünüz mü?
Öyle bir olasılık görmüyorum. Kayyum atanması, aynı zamanda Cumhuriyet değerlerine karşı yapılmış bir uygulamadır. Orada Ekrem Başkan’ın vatandaşı dinleyen Atatürk resmi hediye etmesi, o değerleri hatırlatmaya yönelikti. Oy hakkı kutsaldır, namustur. Eğer bir suç varsa ortada, seçime girmek isteyen kişi koşullara uygun değilse, seçime tabii tutmazsın. Ayrıca suç bireyseldir. Sanık Ahmet Türk ise, o gider yalnızca. Meclis yenisini seçer. Ama burada bütün belediye kayyuma bağlandı. Belediye Meclisleri de fesh edildi. Hatta bir yazar, “oradaki halkın iradesi yok” gibi laflar bile edebildi. “Kurtuluş savaşını keşke Yunan kazansaydı” sözüyle eşdeğer büyük bir zırva.
CHP’nin başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere 11 büyükşehirde seçimi kazanmasının ardından iktidarın büyükşehirlerin yetkilerini sınırlandıracağı ve ilçe belediyelerinin yetkilerini artıracağına dönük haberler ortaya çıktı. Böyle bir uygulama bekliyor musunuz?
Tabii ki bu daha mümkün. Çünkü şu anda Meclis de, yürütme organının başı da tek bir adamın elinde. Onun hukuki bir formülünü bulur; gerçi hukuki formülü de pek umursadığı yok da, yerel yönetimleri zayıflatan bir önlem alabilir. Hukuken olmasa da şu anda bunu kayyum atama gibi fiilen yapıyor. Biz elbette her seçeneği dikkate almak zorundayız. Ancak somutlaştığı zaman, lafla değil, somut olarak ne yanıt vereceğimiz önemli. Fakat şunu da söyleyeyim; ne yaparsa yapsın, toplumdaki uyanışın duracağını düşünmüyorum.
FATSA 20. YÜZYILIN EN ÖZGÜN DENEYİMLERİNDEN
CHP Grup Başkanvekili olduğunuzda, gazetemize bir açıklama yapmış ve okurlarımıza, “Başka bir tarihsel dönemde, bambaşka bir ekonomik ve sosyal büyüklükte, Fatsa’yı güncellemek mümkün mü?” sorusunu yöneltmiştiniz. Bunu biraz açmak ister misiniz?
Öncelikle Fatsa küçük bir kasabada, başka tarihsel koşullarda yaşanmış ve kısa süren bir deneyim. Buna rağmen çok değişik siyasal çevrelerde esin kaynağı olduğunu da biliyoruz. 90’lı yılların sonuna doğru, Refah Partili Sincan Belediye Başkanı, ‘Biz Fatsa’yı örnek alıyoruz’ demişti. ‘Ben bu kasabanın Terzi Fikri’si olacağım’ diyen çok sayıda CHP’li belediye başkanı da vardır ve hatta bu sözü MHP’lilerden bile duymuşumdur. Fatsa, bence 21. yüzyılın en önemli kavramlarından biri olan katılımcılığın en çarpıcı ve özgün örneklerinden biri. Nokta operasyonu sırasında, Temmuz 1980’de oradaki bütün siyasi partilerin başkanları, “Biz Fatsa’da huzur içindeyiz” demişti. Aslında bizim çoğulculuk ve katılım anlamında yapmaya çalıştığımız şey, Fatsa’yı örnek alıyor. Biz de bütün farklı görüşlerin yerel yönetimlere katılmasını savunuyoruz. Ama tabii şimdi başka bir tarihsel dönemde, başka bir ölçekte yaşıyoruz. İstanbul 20 milyona yakın bir nüfusa sahip. Ve bambaşka tarihsel koşullarda yaşıyoruz. Burada o modeli ne kadar hayata geçirebiliriz, nasıl güncelleyebiliriz konusunu özellikle BirGün okurlarının tartışması lazım. Bu nedenle o çağrıyı yapmıştım.