Adnan Oktar'ın yanına gelmeden önceki ve sonraki hayatını anlatan Ceylan Özgül hala tehdit aldığını söyledi.
Küçüklükten itibaren çok iyi yetiştirilerek büyümüş ancak ailesi özellikle de babası, Ceylan'ın kendi ayakları üzerinde durabilen bir birey olması için sorunlarını kendi başına çözmesini istemişti.
Anne, babası birbirine çok âşıktı. Önce ilişkileri sonra çocukları geliyordu onlar için. Aşırı neşeli, pozitif bir o kadarda duygusal annesinin üzülmemek için dertlerden kaçan halleri onu babası gibi mantıklı bir insan olmaya yöneltmişti.
Babası çok küçük yaştan itibaren ödül yöntemiyle Ceylan'a okuması gerekenden misli misli fazla kitap okutmuş ve felsefe, din, siyaset gibi alanlarda sorgulayan bir genç olarak yetişmesini sağlamıştı.
Ailesi 70'li ve 80'li yıllarda ülkede gelişen siyasi durumlardan dolayı hem apolitik davranan hem de inançlarını gizli saklı yaşayan insanlardı. Çocuklarını da bu şekilde yetiştirmek istemişlerdi. Ancak Ceylan merak unsurlarıyla büyüyen ve öğrenme aşkına sahip olduğu için farklı ideolojileri bilmek, tanımak için İstanbul Üniversitesi'ne gitmeyi tercih etmişti.
Sürekli kendini geliştirmek, aynı anda bir çok şey öğrenmek, bilmek isteyen bir genç kız olarak arayışları üniversite yıllarında da devam etti. Tam bu dönemde Adnan Oktar'ın cemaatinden biriyle tanışıp flört etmeye başlamıştı.
Görüştüğü kişi bir süre sonra onu da bu oluşumun içine dahil etmek istemişti. Zamanla Adnan Oktar'la da tanışan Ceylan onunla bir ay boyunca her gün görüşmüş, ona fikirler vermişti.
Bu konuda cemaate birini kabul etmeden önce birkaç yıl boyunca o kişinin istediği her şeyi ona sağladıklarını, bu dünyanın onun başına gelebilecek en iyi şey olduğuna ikna ettiklerini söylüyor Ceylan.
Zamanı gelince Ceylan'ı da cemaat faaliyetlerine katmaya başladılar. Tabii 2000'lerin başları bu cemaat, tarikat işlerine sıcak bakıldığı bir dönem olduğu için Ceylan da kolaylıkla bu oluşuma inanmıştı.
Adnan Oktar'ı Harun Yahya olarak tanımış ve arayışlarına yön verebilecek tecrübede birisi ve idol olarak görmüştü. Okuldan bir arkadaşıyla ayrı evde yaşadığı için ailesi kızlarının neye bulaştığından, neyin içine girdiğinden hiçbir şekilde haberdar olamadı.
Olan biteni fark ettiklerinde her şey için artık çok geçti. Cemaatle yaşamaya başladıktan sonra geçmişiyle tüm bağı kesildi ve kendi ayaklarının üzerinde durmasına bile olanak vermemişlerdi.
Artık oranın bir parçasıydı ve her ihtiyacını onlar karşılıyordu. Ceylan kendisinin dışında cinsel sömürü, ekrana çıkma vaatleri gibi yollarla da getirilen birçok genç kızın varlığından da bahsediyor tabii. Ancak Ceylan sorgulayarak büyüyen bir birey olduğu için bir süre sonra her şeyi fark edip ayrılmayı düşünmeye başlamıştı bile.
Bu o kadar kolay olmayacaktı. Uzun yıllar daha onlara boyun eğmek durumunda kaldı. Bu hayatın kendi tercihi olduğu yalanıyla teselli bulmaya, güçlü durmaya çalışıyordu. Ailesiyle görüşmesine izin verilmiyordu. Üstelik Ceylan'ın cemaatte kalmasını kabul etmedikleri için onun gözünde düşman konumuna sokuluyorlardı.
Evden çıkmalarına izin verilmediği, dışardan haber alamadığı, çevresinde hep cemaatten kişiler olduğu için bu dönemde çıkmaza girmişti. Ne yapması gerektiğini bilmediği gibi bir de bu cemaate karşı gelenlerin başına çok kötü şeyler geldiği tehdidiyle karşı karşıyaydı.
Hücre sistemi denilen bu oluşumun tam anlamıyla tutsağı olmuştu. Başlarda arayışlarına cevap bulmuş gibi hissetse de sonraları artık Ceylan olmaktan uzaklaştığını fark etmeye başlamıştı.
'Bacı' adı verilen grupta her şey kadınlar tarafından kontrol ediliyor, sayısız evde sayısız kadın bu şekilde tutuluyordu. 'Dragos' adı verilen evdeyse Adnan Oktar, ona en yakın olan erkekler ve en önemli bacılar kalıyordu. Her şey bu evden kontrol ediliyor, diğer evlere tüm emirler buradan gidiyordu. Normal şartlardaysa emirleri bacılar veriyordu. Bacılar "Git anneni kes!" dese bile yapmak zorundalardı.
Ceylan'ın bu 11 yılı baskı, mutsuzluk, hayal kırıklığı ve manipülasyonlarla geçip gitmişti. 2017'de artık her şeyi bitirmek isteyerek hastane bahanesiyle kaçmaya çalıştı.
Ne yazık ki yakalanmasıyla beraber gerçek anlamda bir tutsaklık hayatı yaşamaya başladı. Bacılar evinden alınıp sıkı güvenliğe sahip, kameralı ve pencerelerinde demir parmaklıları olan bir eve götürülmüştü.
Bir süre sonra cemaat içerisindeki insanlar korkudan Adnan Oktar'dan ya da bacılardan izin almadan hiçbir şey yapamaz hale geliyorlardı.
Fiziksel ve psikolojik şiddetse had safhadaydı. Öte yandan cinsel istismar da söz konusuydu. Ceylan da tüm bunlara maruz kalarak günlerini geçirmişti. Hatta yüzünü sadece bir kez gördüğü bir adamla evlenmek zorunda bile bırakıldı. A9 TV'ye zırhlı araçlarla götürülüyordu.
Adnan Oktar'ın istediği şekilde giydirilip, süsleniyor ve yine o ne derse öyle davranması bekleniyordu. Ceylan tüm bu olanlar sırasında asla o anın içinde değildi, sürekli kaçmak için planlar kuruyordu. Her güne kaçabileceğini düşünerek umutla uyanmış, çıkmadık candan ümit kesilmez deyip hayata devam etmişti.
Bir keresinde ailesi onu bir şekilde kaçırıp kurtarmış olsa da Ceylan sevdiklerine zarar verilmesinden korkarak kendi ailesi tarafından kaçırıldığı yalanıyla bacılara geri dönmüştü.
Cemaatin içerisindeyken annesi ölse de Ceylan bunu cemaatten kurtulana kadar öğrenememişti. Oluşumun içerisinden kişilerce de ailesine, "Ceylan cenazeye gelmek istemiyor." denmişti. Kaçtığı günü olan biteni hatırlamak istemeyen Ceylan için babasının arabasına bindiği an "Her şey bitti!" dediği an oldu.
11 yıl boyunca şehirden uzak olduğu için hayata adapte olması zaman alsa da sonunda normal hayata dönebildi. Sosyal becerilerini, maddi özgürlüğünü yeniden kazandıktan sonra dava sürecinde yüzünü bile görmediği ve zorla evlendirildiği Ümit Kuruca'yla tanıştı.
Cemaat davaları sırasında aralarında gerçek bir aşk meydana gelince evlilikleri gerçek bir ilişki haline geldi. Annesini kaybetmiş olsa da babası ve abisiyle de arasını düzelten Ceylan, hâlâ daha tehditler aldığını ama artık hiçbir şeyden korkmadığını dile getirdi.
Adnan Oktar'ın kendi yaptığı her şeyi doğru bulduğunu söyleyen Ceylan Özgül yaşadıklarını 11 yıl boyunca yaşananları şöyle anlatıyor:
'Bir kez gördüğüm biriyle evledirildim. Oradaki imajın bir parçasıydı. Bir gün gelip sen sen sen evleniyorsunuz dediler toplu olarak evlenildi. İmza attık. Kağıt üzerinde sadece.
Televizyon programında Adnan Oktar kimin ne söyleyeceğini önceden söylüyor. Ona göre herkes ne söylemesi gerekirse onu söylüyordu. Eğer yapılmazsa Adnan Oktar yayını kesip hararektler ediyordu.
Yanımda dayak yiyen kızlar oldu. Ben o anlarda kendimi orada hissetmiyordum. Bedenim orada ama ruhum oradan çıkınca yapacaklarımda oluyordu.'