Günlerdir, Afganistan’dan gelen görüntüleri hem TV ekranlarında ve internette izliyoruz hem de sosyal medyada gece gündüz paylaşıyoruz.
Zavallı insanların Taliban teröristleri tarafından kalaşnikofla infaz edilmelerinden tutun da, minicik kız bebelerin evlerinden ailelerinden zorla kopartılıp ırz düşmanı sakallı caniler tarafından tecavüze götürülmelerine, ülkeden kaçış paniği içinde uçakların tekerleklerine tutunmaya çalışan çaresiz insanlara kadar, binlerce yürek parçalayıcı görüntüyü artık neredeyse ezberledik.
Bu görüntülere ve oradan gelen haberlere bakarak, bir yandan da bunlara paralel şöyle (haklı) bir söylem yaygınlaştı:
“Yine de, ülkemizin kıymetini bilelim. Mustafa Kemal ATATÜRK ve arkadaşları, kurdukları Cumhuriyet ile bize çağdaş bir medeniyetin yolunu açmamış olsalardı, bizim kadınımız da bu durumda olacak. Ülkemiz de böyle taş devrinden fırlamış heriflerin eline geçmiş olacaktı…”
Bu söylem (ve önerme) ile, bir tür “öz-kutlama” (İngilizlerin “self-congratulation” tabirini ödünç aldım) yapıyoruz yapmasına da….
Acaba durum öyle mi? Yani tam olarak haklı mıyız bu konuda?
Yani, Mustafa Kemal ATATÜRK’ün o yüce mirasına sahip çıkabildiğimizi söyleyebilir miyiz, gönül rahatlığı ile?
Meselâ, eğitim alanında 1923 – 33 – 43 döneminde yapılan atılımları, Yüzüncü Yıl’ın, 2023’ün eşiğine ne kadar taşıyabildiğimizin samimi bir muhasebesini yapabilir miyiz?
Daha dün, benim için Taliban zihniyetinin çılgınca alkışladığı bir “İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararına” ne kadar direnebildiğimizi, acaba “yüzümüz kızarmadan” gözden geçirebilir miyiz?
İmam Hatiplerin, ATATÜRK’çü çağdaş eğitim sistemi idealine galebe çalması anlamına gelen son 20 yıllık (hattâ Kenan Evren’le başlatırsak son 40 yılın – ki Cumhuriyet döneminin yüzde 40’ına tekabül eder) dört nala koşusunu ne kadar engelleyebildik?
İçki yasağı, eğlence yasağı, bazı yerlerde kılık kıyafete karışmalar, o karışmaların bizzat devletin en tepesindeki kişi tarafından dillendirilmesi (“Kadıköy vapurundan inenlere bakıyorum da…”) İnkilap Tarihi derslerinin ufaktan ufaktan “iğdiş edilmesi” girişimleri. Temel eğitim kitaplarına takkeli sarıklı, cüppeli figürlerin, kadını ve kız çocuklarını aşağılayan unsurların hızla iliştirilmesine ne kadar direnebildik?
Cüppeli – Takkeli Amiral’e ne yapabildik? Huzur içinde şimdi orduevinde kahvesini yudumlamasına ve tavlasını oynamasına giden yolu açanlara öfkemizi ne kadar dillendirebildik? Ayasofya”da ATATÜRK’ü küfretme cür’etini gösterebilen (mesele bu cür’ette gizli zaten) alçağa ne yapıldı? Kaç kuruşluk ceza aldı? Yarın, bunun gibilerin on binlercesi sokağa çıkıp topluca küfrettiklerinde şaşıracak mıyız, meselâ? YouTube’da yapmıyorlar mı zaten her gün? Oyun çağında bebelere, kız çocuklarına sulanmıyorlar mı, o pis ağızlar?
On yıllardır, (sadece AKP ile koalisyon yaptıkları – ve hala tam olarak bozulduğundan emin olamadığım - son 20 yılda değil) bütün iktidarlar döneminde adım adım iktidarı ele geçiren, örgütün başındaki Ağlak Hain Vaiz Fetullah’ın ifadesi ile “Harbiye’yi, Mülkiye’yi, Adliye’yi, Maarif’i, Tıbbiye’yi ve bilcümle Cumhuriyet Kaleleri’ni” fetheden FETÖ belası karşısında ne kadar etkili olabildik?
Taliban’dan daha mı masumdu, bu Cumhuriyet Düşmanı alçak örgütlenme? Kozmik Oda’ya bile girdiklerinde tek bir engelle karşılaştı mı bu hainler? Yani, “Taliban ne kadar da hızla teslim aldı Kabil’i?” diyenler, bu karşılaştırmayı yaptıkları zaman ne düşünürler? Harp Okulları, Harp Akademileri, Kuleli’ler, Kozmik Oda’lar filan, çok mu kararlılıkla direnebildiler FE-TALİBAN’a?
Bence hiçbir zaman söz konusu olmayan “Başörtüsü esareti” diye bir mit uydurup, onu “Siyasal simge” (“velev ki siyasal simge” sözünü bizzat bu ülkenin başbakanı, bugünün cumhurbaşkanı etmedi mi?) yaparak, bayrak haline getirerek, kamusal alana sonunda egemen kılarak, Cumhuriyet’in burçlarına dikerlerken ne kadar siper ettik gövdemizi? Tek tek, kişisel direnişleri saygı ile anarak söylüyorum bunu. Ama çarşaflılara ATATÜRK’ün partisinin rozetini takarak, “üç oy üç oydur abi…” hatalarını (bence suçlarını) işleyenler de bugün Taliban esaretindeki Afgan Milleti’ne “acıyarak” bakarken hiç mi sıkılmayacak? Hiç mi utanmayacaktır?
Bugün çarşaflılara rozet takarak oy hesabı yapan, yarın da burkalı hakimi, burkalı subayı, burkalı doktoru baştacı etmez mi? Kadınına bunu layık görmek, sizce sadece “simgesel – şekilsel ve anlamsız” bir jest miydi?
Nerelere geldiğimizin farkında mısınız?
Yani Cumhuriyet Gazetesi’nin o meşhur kapağındaki gibi “TEHLİKENİN” farkına varabildik mi gerçekten?
Ezcümle…
Afganistan’a ve Afganlara “acıyarak” bakmak, biraz kendimizi “samimi bir testten geçirmeden ve fazla üsttenci” bir tavır değil mi?
1923 Türkiye’si ile, Mustafa Kemal ATATÜRK’ün çizdiği rota ile ne kadar alâkamız kaldığını, üstelik onların bir “ATATÜRK’ü bile olmadığını” düşünürseniz…